Kaderimizin çağrısı
Arnold Toynbee “Dünyanın hiçbir devleti başka ülkeler tarafından işgal edilen topraklarından Türkiye kadar kolay vazgeçmedi’’ der. 500 yıllık hukukumuz olan yerleri bile unutur olduk…
Oysa biz buralardan sürüldük, işgale uğradık, büyük yıkımlara maruz kaldık. Fakat ne ederlerse etsinler tarihi, kültürel ve duygusal ilişkilerimizi tamamen koparamadılar.
Birinci Dünya Savaşı bittiğinde, İngiltere ve Fransa Türkiye’nin bir gün tekrar bu coğrafyanın umudu haline gelebileceğine ihtimal vermemiştir.
Aslında imparatorluk geçmişi olan ülkeler hiç tekin değildir, ne zaman büyük bir yolculuğa çıkacakları belli olmaz. Türkiye’nin birçok alanda kendi kendine yeter olmaya başlaması, coğrafyamızın birçok bölgesinde yeni dengelerin oluşmasına, taşların yerinden oynamasına sebep olmaya başladı bile…
Sezai Karakoç’un Yapı Taşları ve Kaderimizin Çağrısı kitabında anlattığı hikâyeye şahitlik ediyoruz. Erdoğan yirmi yıldır Türkiye’nin kaderi ile özdeş hale geldi.
Bazen bir liderin kaderi, bir ülkenin kaderi ile özdeş hale gelir. Çocukluğundan beri büyük ideallerle, yeni bir dünya kurma umuduyla yaşayan Erdoğan ile Türkiye arasındaki ilişkide bana en çarpıcı gelen konu: Erdoğan’ın toplumun en alt tabakalarıyla arasındaki sarsılmaz ittifaktır.
Kendilerini Cumhuriyet’in vârisi ve ülkenin sahibi zanneden Beyaz Türkler sınıfsal bir refleksle “Senden gelen iyilik tabiat anadan gelsin” derken kendi içinde tutarlı davranıyorlar. Kendilerinden olmayan Erdoğan gibi bir başkasını beğendikleri ve hakkını teslim ettikleri görülmüş değildir. Kibirleri buna mani oluyor.
Fakat daha şaşırtıcı olanı, birçok okur-yazar muhafazakârın aymazlığıdır; jakobenlerin yanında figüranlığa razılar ve bundan mutlu oluyorlar. Anadolu’nun gadre uğramış mazlumları kadar basiretli ve ferasetli değiller, Erdoğan’la kader ortağı olduklarını idrak edemiyorlar.
Bizzat şahit olduğum bir olay var: Yakın geçmişte iki Türk devleti arasında birkaç gün süren bir çatışma oldu. O devletlerden birinin yetkilisi Türkiye’ye geldi ve “Sakın Erdoğan bu savaşta taraf olmasın” diye dileklerini iletti.
Bu talebin ne anlama geldiğini anlamak için “Erdoğan’ın taraf olması sizin için neden bu kadar önemli, bu sizin için ne anlama geliyor ki” dedim. Muhatabım “Erdoğan sadece sizin lideriniz değil, farkında değilsiniz belki ama o bizim de liderimiz, taraf olursa biz toplumsal çöküntü yaşarız. Bunu halkımıza açıklayamayız” dedi. Hamaset sandığımız sözlerin coğrafyamızda derin karşılığı olduğunu gördüğümüz günlere eriştik…
O günlerde Erdoğan arzu edilen bir açıklama yaptı. “İki kardeş ülke arasındaki kardeş kavgasına müsaade etmeyeceğiz” diye. Bu açıklama, kardeş ülkede coşkuyla karşılandı.
Kurtuluş savaşı veren ülkelerin Atatürk’ü kendilerine model aldıklarını gururla anlatan CHP’liler, aynı durumun bugün de geçerli olduğunu; emperyalistlere meydan okuyan Erdoğan’ın coğrafyamızda çok sevildiğini ve örnek alındığını görmek istemiyorlar. Başta bölgemiz olmak üzere, dünyada karşılığı var Erdoğan’ın ve misyonunun…
Elbette ki bu misyon sırtını Türk tarihine yaslıyor; dünyada var olan imparatorlukların yarısını kurmuş büyük devlet adamlarıyla örtüşüyor; Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye devletlerinin büyüklüğü ile özdeşleşiyor.
Bu liderlik nasıl bir misyonla ete kemiğe bürünüyor? Kısaca hatırlayalım…
BM kürsüsünde, yüksek bir özgüvenle ve gözlerinin içine baka baka, Batılı devletlerin zalim olduklarını diyebiliyor. Bu meydan okumayı yapan kişinin Müslüman olması çok kıymetli, çünkü özellikle son iki asırda zulme uğramış milyarlarca insanın duygularına tercüman oluyor.
Birinci Dünya Savaşı’nda çıkarıldığımız Libya’da bu defa onlar kaybetti, emperyalistlerin maşası Hafter’e meydanı bırakmadık, büyük devletlerin oyununu tek başına bozduk…
Karabağ’da Ermeni işgaline son verdik ve bu zaferden Türk Devletleri Teşkilâtı’nın ilham alıp gücüne güç katmasına sebep olduk…
Suriye topraklarındaki ABD-PKK-İŞİD şer ittifakı dar alanda adeta hapsoldu…
Akdeniz’de konuşlandırılan donanma ve dünyanın bazı kritik bölgelerindeki askeri üslerimizle masada biz de varız dedik…
Balkan ülkelerinin sorunları ile İstanbul’un sorunu gibi ilgilendik…
İki yüzyıl üzerine, hem de hepsiyle iyi iletişim kurarak ilk kez Batılı devletlere meydan okuyan bir lider çıktı, fakat nedense içimizdeki antiemperyalistlere beğendiremiyoruz.
Özellikle son on yılda Türkiye’nin karşısına çıkan her güç yenildi. Terör saldırısı yapamayan PKK Cihangir partisi oluverdi.
Tek çareleri kaldı; sistemi içeriden çökertmek; yani muhafazakâr aktörlerle Erdoğan’ı devirmeye çalışmak. Görüyoruz ki bizim sandığımız tarlalar yine yabancılar tarafından sürülmüş…
Fakat Anadolu insanı sakindir kıyameti koparmaz, sessiz sedasız gelir hesabını görür.
Kaderin cilvesine bakın ki Cumhuriyet’in kurucu partisi devlet ve milletle sorun yaşayan marjinal gruplara sığındı.
Sezai Karakoç “Ey yeşil sarıklı ulu hocalar!” diyordu…
Onu taklit ederek biz de “Ey yatılı okullarda okuyarak üniversite mezunu olmuş köylü çocukları!” diyelim…
Ezberlerinizi bir kenara bırakıp Türkiye’ye ve Erdoğan’a bir kere de dışarıdan bakın ve ne kadar tali şeylere takıldığınızı anlayın.
Kaderimizin çağrısına kulaklarınızı tıkamayın…