Kıbrıs, beklenen bir gece ansızın geldi; çözüm de yakın

Okuduğunuz Yazı
Kıbrıs, beklenen bir gece ansızın geldi; çözüm de yakın

İçerik

İngiliz General Sir Michael Rose “Kıbrıs, batmayan uçak gemisidir.’’ diyor. Kıbrıs’ın stratejik önemini anlatmak için yeterli bir cümle.

Kıbrıs, 1570’ten 1878’e dek Osmanlı hâkimiyetini sürdürüp geçici olarak İngiliz egemenliğine geçtikten sonra; Kıbrıs’taki Rumların, Ada’nın Yunanistan’a bağlanması için Türkleri zaman zaman hunharca katlettiği bir ada hâlini almıştır.

Kıbrıs’ın bir Türk adası iken nasıl elimizden çıktığı, oradaki asli unsur olan Türklerin nasıl azınlık gibi değerlendirildiği ayrı bir tartışma konusu şüphesiz.

Kıbrıs’ın tarihi M.Ö. dördüncü asra dek gidiyor. Milattan önceki dönemlerde de ticaretin kavşak noktası olduğunu Kıbrıs’taki müzelerde görebilirsiniz.

Ayrıca Rumların Türklere yapmış olduğu mezalimi ise ‘Barbarlık Müzesi’nde görebilirsiniz. Yazımızın konusu, Kıbrıs’ın gezilecek görülecek yerleri değil. Kıbrıs’ın biz Türkler için vazgeçilmez bir noktada olduğu ve KKTC’deki bu konulara bakış açısına ilişkin bazı verileri paylaşmak.

Kıbrıs’ın yakın tarihi, Kıbrıs Barış Harekâtı’nın 50. yılı münasebetiyle oldukça konuşuldu. Savunma Bakanlığı ve NTV’nin belgeselleri vardı. BBC de kendi bakış açısıyla hem geçmiş dönemdeki belgeselini hem de yakın zamanda yaptığı belgeseli paylaşmıştı.

Kıbrıs, Müslümanlar tarafından ilk kez 654 yılında Emevîlerce fethedildi. Sonra Emevîlerin iç karışıklıklarından yararlanan Bizans tekrar adaya sefer düzenleyerek bir kısmını ele geçiriyor. Emevîlerin başına geçen Abdülmelik bin Mervan, Bizans ile anlaşma yaparak her iki toplumun da birer vali ile Ada’yı ortak yönettikleri ve adına da ‘kondominyum’ denilen bir idare ile 688 yılından 868 yılına kadar yönettikleri biliniyor. Yani Ada 180 yıl boyunca barış içerisinde yönetiliyor.

II. Nikiforos’un 966 yılında Bizans hâkimiyetine yeniden kattığı tarihe kadar, bölge Müslüman Araplar tarafından yönetiliyordu.

Sonrasında bölge, Lusignan Şövalyeleri ve Venedik Dukalığı tarafından yönetildi, ta ki 1571’de Osmanlılar fethedene dek.

Bu tarihten sonra yaşananlar da oldukça tartışıldı.

1961’de Türkiye, Yunanistan ve İngiltere garantörlüğünde “Kıbrıs Cumhuriyeti” kuruldu. Makarios, Cumhurbaşkanı; Dr. Fazıl Küçük de Cumhurbaşkanı Yardımcısı’ydı. Ancak Rumlar anlaşmalara uymadılar. EOKA isimli bir terör örgütü kurarak Ada’nın Yunanistan’a bağlanması için terör eylemleri yaptılar.

Kanlı Noel olayları başlatıldı.

Kıbrıs Türk Alayı’nda “Tabip Binbaşı” olarak görev yapan Nihat İlhan’ın evine baskın yapan EOKA teröristleri, eşi Mürüvvet ve çocukları Murat, Hakan, Kutsi’yi küvette kurşuna dizdi.

Sonra katliamlarını devam ettirdiler.

Kıbrıs Türk’ünün elinde kendilerini koruyacak silah yoktu.

Dr. Fazıl Küçük önderliğinde Kıbrıs Türk’tür Derneği kuruldu. Daha sonra Rauf Denktaş, Burhan Nalbantoğlu’yla birlikte Türk Mukavemet Birliği’ni kuruyor.

Her köyde ayrı ayrı EOKA teröristlerine karşı Türkler örgütleniyor. Kendi çaplarında direniyorlar; ailelerini, yurtlarını korumaya çalışıyorlar.

Bunlardan birisinin ilginç bir hikâyesi var: 16 yaşındaki Vehbi Mahmutoğlu direniş için bir şeyler yapma kaygısındadır. Bunun için de İngiliz idaresinde polislik yapan ağabeyine giderek “Bana para ver. Türkiye’ye giderek silah getirmek istiyorum.’’ diyor. Maaş gününe daha vardır. Ama ağabeyi “Yengene bile söyleme!’’ diyerek cebindeki 80 poundu veriyor.

Vehbi Mahmutoğlu da harap hâlinde küçük bir tekne alarak Mersin’e geçiyor. Orada jandarma tarafından yakalanıyor, sorgulanıyor. Önce hikâyesine inanmıyorlar. O günlerde de Dr. Fazıl Küçük, Dr. Burhan Nalbantoğlu ve Rauf Denktaş Ankara’da eğitim almaktadır. Birisi, Mersin’e geçerek Vehmi Mahmutoğlu’nun hikâyesini dinliyor ve doğruluğuna kanaat getiriliyor. Yakalanırsa tekneyi batırmak üzere anlaşıyorlar. Ve o da karınca kararınca başlıyor silah sevkiyatına.

Kıbrıs’ta ve tarihimizde böyle hikâyeler çok.

Kıbrıs Türk’ü olaya nasıl bakıyor?

Kıbrıs’taki çözümsüzlük Kıbrıs Türklerinin birçoğunu bunaltmış durumda. Sayıları oldukça az olmakla birlikte zaman zaman sesleri oldukça fazla çıkan bir kitle var ki onlar, “Türkiye buradan gitsin, biz Rumlarla beraber barış içerisinde yaşarız.’’ diyebiliyor. Dediğim gibi bunların sayısı fazla değil. Kıbrıs’ta Kanlı Noel ve diğer katliamları unuttukları da bir gerçek.

KKTC, Türk Devletleri Teşkilatı’nda (TDT) gözlemci üye olduktan sonra tanınma ve meselenin çözüme kavuşması sanki uzak değil gibi görünüyor.

Türkiye’nin güvenliği için Kıbrıs’ın stratejik önemi bir tarafa, Türkiye olmadan Kıbrıs Türk’ünün varlığını sürdürmesi oldukça zor olacaktır.

KKTC’deki siyasal çekişmeler bir tarafa, siyasal istikrarsızlık da başka bir tarafa; KKTC Türk’ü meselelere nasıl bakıyor? Optimar Araştırma olarak 2021 yılında 3.000 katılımcı ile yapılan araştırma sonuçlarından bazılarını paylaşacağım.

Kıbrıs Barış Harekâtı’na ilişkin fikriniz nedir?

Katılımcıların yüzde 71,9’u “Harekât kesinlikle yapılması gerekiyordu.” cevabını verirken yüzde 19,4’ü “Harekât yerine diplomasi tercih edilmeliydi.” diyor. Yüzde 8,6 ise bu konuda fikir beyan etmemiş.

1974 harekâtının Ada’ya ne getirdiğini düşünüyorsunuz?

Soruya yüzde 60,5 “güvenlik ve huzur ortamı” derken yüzde 19 “bağımsızlık”, yüzde 14,1 “ekonomik güç” cevabını veriyor. Diğer seçeneklerin oranı ise oldukça düşük.

Türkiye garantör ülke olarak Kıbrıs meselesinde yer almasaydı sizce ne olurdu?

Yüzde 20,3 “KKTC olmazdı.”, yüzde 10,5 “Ada Rumların kontrolünde olurdu.”, yüzde 7,3 “Kıbrıs’ta Türk kalmazdı.”, yüzde 7,3 “Ada’daki güç dengesi yüzünden Türk toplumu sürekli ezilirdi.”, yüzde 4,3 “Ekonomik kriz olurdu.”, yüzde 2,9 “Soykırım olurdu.”, yüzde 2,3 ise “Huzur ve güvenliğimiz olmazdı.” cevabını veriyor. Yüzde 31,7 bu konuda fikir beyan etmezken diğerleri de diğer cevapları veriyor.

Doğu Akdeniz’de Türkiye-KKTC iş birliğine ilişkin fikriniz nedir?

Soruya yüzde 35,1 “Kesinlikle destekliyorum.” derken yüzde 37,6 “Destekliyorum.” cevabını veriyor. İkisi birlikte yüzde 72,7 oranına sahipken bu konuda kararsız olanların oranı yüzde 16,8. “Desteklemiyorum.” diyenler ise yüzde 7,9 ve “Kesinlikle desteklemiyorum.” cevabını verenler ise yüzde 2,6. Karşı olanların ise sadece yüzde 10,5 olduğunu görüyoruz.

Türkiye Kıbrıs Türkleri için sizce neler yapabilir?

Bu soruya ise “KKTC’nin uluslararası tanınırlığı için daha fazla uğraşabilir.” yüzde 34,1, “Ekonomik yatırımlar yapabilir.” yüzde 33,5, “KKTC’de turizm ve eğlence sektörünü denetleyebilir.” 25,9; şeklinde cevaplar veriliyor. Demek ki KKTC halkı turizm ve eğlence sektörünün yeterince denetlenmediğini düşünüyor.

Araştırma oldukça kapsamlı ancak son bir sonucu da sizlerle paylaşmak isterim.

Katılımcıların yüzde 61,5’i KKTC’de yaşamaktan memnun, yüzde 16’sı “ABD ya da Avrupa’da doğup yaşamak isterdim.”, yüzde 13,8’i “İngiltere’de doğup yaşamak isterdim.”, yüzde 6’sı “Türkiye’de doğup yaşamak isterdim.” cevabını veriyor. Sadece yüzde 1,3’ü “Güney Kıbrıs’ta doğup yaşamak isterdim.” cevabını veriyor ve 1,4 ise diğer cevapları veriyor.

Araştırmaya da genel olarak baktığımızda KKTC Türk’ü Türkiye’yle birlikte bir gelecek görüyor. Doğu Akdeniz dâhil, çoğu konuda birlikte hareket etmekten yana.

Kıbrıs’ın bundan sonraki süreci Kıbrıs Türk Cumhuriyeti olarak devam edebilir. Son dönemdeki aldığı yatırımlar, açığa çıkarılamayan büyük potansiyeli de dikkate alınacak olursa gelecek açısından daha fazla umut taşıyacağımız bir sürece de giriyoruz.

Batı, adil olmayan bir yaklaşımla güney tarafını tek taraflı olarak AB’ye almış ve buna benzer defalarca çifte standart uygulamış olsa da kararlı olunduğu sürece sonuca ulaşmak daha yakın diyebiliriz.

Ayrıca Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Güney tarafı deniz üssü kuruyor. Biz ne yapacağız?’’ şeklindeki soruya “Biz de başkanlık ve parlamento binası yapıyoruz. Doğal gaz arama gemisi aldık.’’ şeklinde vermiş olduğu cevabın da “Biz demokrasi ve kalkınma için yatırım yapıyoruz. Silahlanma için değil.’’ şeklinde vermiş olduğunu cevabın da oldukça manidar olduğunu söyleyebiliriz.

Cumhurbaşkanımız bu yaklaşım içerisindeyken Rum tarafının lideri haddini aşarak şu sözleri sarf etti:

“Cumhurbaşkanı Erdoğan ne söylerse söylesin, 50 yıl sonra Türkiye hâlâ uluslararası toplumun gözünde, “AB üyesi bir ülkenin topraklarının yüzde 37’sinin yasa dışı işgalcisi”dir. (İki devlet olmayacak) Erdoğan’a ve bu tür açıklamalarla kendi sorumluluklarını bizimkilerle eşitlemeye çalışan Erdoğan gibilere pabuç bırakmayacağım.”

“Tekrar ediyorum, işgal altında olan bizim ülkemizdir ve elimizden gelen her şeyi yapacağız. 2024 yılında bu tür aleni tehditlerin bir zayıflık işareti olduğunu biliyorum. Ne Erdoğan’a ne de bir başkasına işgal (KKTC’de) altındaki bir karış toprağımızı bağışlamayacağız.”

Görüldüğü üzere Rumlar vazgeçecek gibi gözükmüyor. Uluslararası toplumun çifte standardını da biliyoruz. Her ne kadar demokrasi ve hukuka uygun davransak da muhatabımızın oradaki Türkleri yurtlarından edecek bir yaklaşım içerisinde olduğunu görüyoruz.

Söz konusu olan Rum tarafı, Yunan tarafı olunca tedbiri elden bırakmamak, caydırıcı gücümüzü de artırmak zorundayız.

1960’larda çıkarma gemisi sorunu yaşayan Türkiye, 50. yılında 50 gemi ile gösteri yapabiliyor.

İHA, SİHA, Kızılelma gibi savunma sanayisi teknolojileri ile dünyadaki etkinliğini ve caydırıcılığını da artırıyor.

Sonuç olarak; Kıbrıs Türk’ü kendisini koruyacak gücü elde edecek. Ada’da da İHA, SİHA üsleri ile ‘barbar’ Rum tarafına da fırsat verilmeyecektir.

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Hilmi Daşdemir