Kim ölmüş yalandan?

Okuduğunuz Yazı
Kim ölmüş yalandan?

İçerik

Yalan” diyoruz, birleri de karşımıza “Ama sonuç alıyorlar” teziyle çıkıyor! Hatta “Aman ha üzerlerine gitmeyin, uğraşmayın” diye de ekliyorlar:

-Sonra mağdur edebiyatı yaparlar…

Garip, acayip ve anlaşılmaz bir tavır! Adam, gözümüzün içine baka baka yalan söyleyecek. Gerçekleri ters yüz edecek. Milleti kandırıp, yanlış yönlendirmeye çalışacak. Ama sen susacaksın.

Niye? Mağdur etmemek için!

Böyle saçma sapan bir bakış açısı olur mu? Haksızlık, yalan ve iftira karşısında susulursa eğer, asıl o zaman ortalık mağdurlarla dolar!

Tam tersi… Bir mağduriyetin ortaya çıkmaması isteniyorsa eğer…

Yalancının yalanını yüzüne vuracaksın. İftira atanı “müfteri” ilan edip, topluma rezil edeceksin. Susmayacak, konuşacaksın. Bir köşeye çekilip süklüm püklüm oturmayacaksın. Haktan, doğrudan yana tavrını ortaya koyacaksın.

Unutulmamalı ki…

Bu milletin kültürü “Haksızlık karşısına susanın dilsiz Şeytan” olduğunu söyler!

***
Bir yanda “Yalandan kim ölmüş” anlayışı var. Sallıyor kurusıkı, biri tutmazsa diğer yalana sarılıyor. Diğer tarafta da “Ne halleri varsa görsünler, bana ne” neme lazımcılığı.

Yok aslında birbirlerinden farkları. İkisi de birbirine hizmet ediyor. Biri kirletirken diğeri susarak ona katkıda bulunuyor.

Bugün içinde bulunduğumuz en büyük sıkıntı bu. Günahların en çirkini, ayıpların en rezili olan yalan bile olağan hale geldi artık.

Utanma duygusu rafa kalktı, yüzler kızarmıyor. Adamın biri televizyona çıkıp, milletin gözü önünde yalan söylediğini itiraf ediyor. Diğeri, yalanı ortaya çıktığı halde atıp tutmayı sürdürüyor. Bir başkası da kendi yalanını yeni dillendirdiği bir başka yalana delil olarak gösterebiliyor.

Toplumun değerleri aşınıyor. Siyaset kirlendikçe kirleniyor…

“Aman sesimizi çıkarmayalım, adamlara mağduru oynama imkânı vermeyelim” anlayışı da kepazeliği besliyor.

Yalancılar, iftiracılar köpeksiz köyde değneksiz geziyor…

***
Hani, nereye gitti bizim “temiz toplum” özlemlerimiz? Nerede milli ve dini değerlerimiz?

Çoğumuz görmüşüzdür, tarihi eserlerde musluk damlalarına maruz kalan mermer kurnaların halini. Aşınmış ve oyulmuştur o nokta. Kurnayı o hale getiren damlaların gücü değildir elbette. O damlaların sürekli olarak aynı noktayı hedef almasıdır.

İşte yalan da böyle…

Tekrarlana tekrarlana gerçekmiş algısı oluşturur. Yok eder değerleri. Toplumsal yapıda büyük hasarlar oluşturur.

Demek ki…

Susmak, karışmayıp bulaşmamak, “Ne halleri varsa görsünler” tavrı içine girmek çözüm değil.

İnsan ve bu milletin birer ferdi olarak görevlerimiz var bizim.

Bu topraklarda huzur içinde yaşamak istiyorsak, teslim olamayız yalan ve oluşturulmak istenen algılara. Mehmet Akif’in dizelerindeki gibi “Adam aldırma da geç git” diyemeyiz. Aldırmak ve hakkı tutup kaldırmak, gerçekleri dile getirmek zorundayız.

Aksi halde…

Hiç şikâyet etme hakkımız olmaz. Yalanlarla dolu bir dünyada algıların esiri olarak yaşar gideriz…

“Yalandan kim ölmüş?” tavrı sergileyenlere karşı, yalanı ayaklar altına alıp çiğnemek ve öldürmektir bizim görevimiz! Bu ülkede namuslu insanlar da en az namussuzlar kadar cesur olmak zorundadır!

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Emin PAZARCI