Köprünün ortasındayız…” Yani ya geçeriz, ya düşeriz
Önceki gün AK Parti Genel Başkan Yardımcısı Numan Kurtulmuş ile kahvaltıda buluştuk.
Mekân Sarayburnu olunca sohbet de “İstanbul”dan başladı.
Kendisi, “Ankara durağandır; fikir üretilemez, oysa İstanbul canlı; düşündüren bir şehir” diyerek, “Ankara’nın en çok İstanbul’a dönüşünü seviyorum” diyen Yahya Kemal’den sonra duyduğum en güzel mukayeseyi yaptı.
Sohbetimize gelince…
Mahalli Seçimlerle ilgili en cazip soru, Bahçeli’nin, “İstanbul, Ankara ve İzmir’de AK Parti adayını destekleyeceğiz”açıklamasından hareketle, “Buna karşılık MHP’ye ne verildi” sorusuydu…
Sayın Kurtulmuş, “İki parti temsilcisi konuyu müzakere edip, liderlere taşıyacak ve ortaya çıkan tabloya göre olacak veya olmayacak” şeklinde “resmî” bir cevap verdi ama anlaşılan o ki, MHP ile işbirliği noktasına tekrar gelinmesinde, karşı taraftaki “kin cephesi” etkili olmuş.
Hac emniyeti yara alır
Kurtulmuş’un “Kaşıkçı cinayeti bütün ayrıntılarıyla aydınlatılmalı ki, benzer vahşeti bir daha kimse düşünememeli. Bunun için de Amerika’nın duruşu çok önemli” ifadeleri, Körfez kaynaklı; “Türkiye taviz peşinde” parazitlerinin aksine, Ankara’nın kararlı duruşunun sonuna kadar devam edeceğini gösteriyor.
Ve bu cinayetin sonuçları açısından çarpıcı bir değerlendirme:
“Kaşıkçı cinayeti tam olarak aydınlatılamazsa Haccın emniyeti meselesi gündeme gelir.”
Kurtulmuş, bunun dostça bir hatırlatma olduğu kaydını düşüyor ve “İnsanlar, ‘Dünyaca tanınan bir gazeteci, Suudi Arabistan’ın İstanbul’daki Başkonsolosluğunda buharlaşıyorsa kendi ülkelerinde neler olmaz’ diye düşünmeye başlarsa bu, Suudi Arabistan açısından en büyük kayıp olur” diyor.
Gerçi, özellikle Prens Selman’ın dönemine bakıldığında, böyle bir endişe taşıdıklarını söylemek pek mümkün değil ama ilerleyen süreçte; bu sıfatı layıkıyla taşıyan Osmanlı’dan gasp ettikleri “Hadim-ül Haremeyn” sorumluluğunu ne kadar hak ettiklerini birlikte göreceğiz.
Adaletsizlik huzursuzluktur
Sayın Kurtulmuş’un, “Zengin kuzey, yoksul güney” tasvirleri hep dikkatimi çekmiştir.
“Yüzde 10’luk bir kesimin, toplam varlıkların yüzde 90’ını elinde bulundurduğu bir dünya asla huzur bulamaz” gerçeği ile “Diktatörlere bal kovası taşıtıyor, arada bir parmak bal çalıyorlar” tespitini birlikte düşündüğünüzde, yıllardır bölgemizi kasıp kavuran sömürü fırtınasının ancak İslam coğrafyasının demokrasi ile tanışmasıyla son bulacağı net görülüyor.
“Peki yakın dönemde böyle bir şey mümkün mü” sorumu, Sayın Kurtulmuş, “Sonsuza kadar engelleyemezler, bir gün mutlaka…”diye cevaplıyor ama sanırım o “gün” oldukça uzak.
Zira, “Arap Baharı” adıyla başlayan ama baharı görmeden kışa dönüşen süreç bence, filizlenmekte olan demokrasi taleplerini kökünden kurutmak için kullanılmış bir “11 Eylül yöntemi” idi.
Ancak Sayın Kurtulmuş’un “Türkiye, bu kaos coğrafyasındaki ‘istikrar adası’ konumunu mutlaka sürdürmeli” uyarısı belki de sohbetin en can alıcı noktasıydı.
Zira söz buraya gelince, FETÖ, PKK/PYD ve DEAŞ gibi taşeronlara karşı verdiğimiz mücadelenin mahiyeti daha iyi anlaşılıyor.
Ne zaman bitecek?
Demek ki Türkiye, bu vekalet savaşını kazanarak bölgesi için “ümit” olma özelliğini de sürdürmek zorunda.
O halde soralım: AK Parti dışındaki bir iktidarın, “istiklal savaşı” diyebileceğimiz bu mücadeleyi aynen sürdüreceğini düşünüyor musunuz?
“Maalesef hayır… Köprünün ortasındayız. Siyasi teamüllerin yerli yerine oturması için bu yönetim bir veya iki dönem daha devam etmeli.”
Sayın Kurtulmuş’a son olarak da, “Cevaplamazsanız saygı duyarım” notuyla, Yeni Refah Partisi hakkında ne düşündüğünü sordum.
“Biz o defteri kapattık” diyerek konuyu kapattı.