‘Koronavirüs’ten geriye ne kalır?
Büyük savaşlar, yıkımlar, felaketler, salgın hastalıklar.
Dünya bunları ilk kez görmüyor.
Ama bilimin, teknolojinin, imkan ve kabiliyetlerin her yönüyle geliştiği bir dönemde insanlığın böylesine çaresiz kalmış olması büyük bir travma.
Güç sahiplerinin elleri kolları bağlı.
Kıymetli sanılan ne varsa hepsi çöp.
Baksanıza, en büyük hasar en gelişmişlerde.
Herkesin özendiği meşhurlar, hastalık kapmak için sanki sıraya girmiş.
Gelişmişlik kriterleri arasında “bol su ve sabunla el yıkama alışkanlığı” birinci sırada.
Zira geri kalanı bugünlerde hiçbir anlam ifade etmiyor.
Tarihin seyrini değiştirebilecek nitelikteki büyük kırılmalardan biriyle daha karşı karşıya olduğumuzu görelim.
Daha düne kadar “Dünya Ticaret Savaşları” diye bir şeyi tartışıyorduk.
Ve bugün o savaşa dönüştürülen ticaret durdu.
Tasarım, üretim, lojistik, katma değer zincirleri, dışsallıklar vesaire…
Bir süreliğine de olsa her şey stop.
Buna kimin gücü yetebilirdi?
Ya da bugün insanlığın içine düştüğü durum itibariyle asıl gücün ne olduğuna dair düşüncelerimizi, inanışlarımızı ve dolayısı ile davranışlarımızı yeniden sorgulamak mecburiyetinde değil miyiz?
Etrafımıza bakalım.
Önem sıralaması değişmeyen kimse kaldı mı?
Hani o sermayeye en büyük değer atfedenler var ya…
Daha fazla sömürebilmek için finansal güçlerini saldırı aracı olarak kullanmaktan çekinmiyorlardı.
Nasıl da dımdızlak ortada kaldıklarını seyrediyoruz şimdi.
İnternet devrimi ile birlikte sınırların tamamen ortadan kalktığı bir Dünya’dan söz ediyorduk.
Oysa tüm ülkelerin, şehirlerin hatta evlerin içine kapanma mecburiyeti ile yüz yüzeyiz.
İnsanlık gücünü, enerjisini yok yere harcadığını şimdi göremeyecekse geçmiş olsun.
Çünkü hayat kimsenin tek başına üstesinden gelemeyeceği bir hakikattir ki, insanı insana muhtaç kılar.
Bu hep böyleydi.
Şeytanın ilk günahı “insan beğenmemek” değil miydi?
Kendimize ait müstakil bir hayatımız var sanıyoruz, oysa hep birlikte tek ve bütün bir hayatı yaşıyoruz.
Ve o sonsuz, sınırsız, tek ve bütün olan hayattan hakikatte ayrılma ihtimalimiz olmasa da zihniyet itibariyle ayrılışımızın gurbetini, hasretini ceza olarak çekiyoruz.
Nasihatler tükendi, musibetler konuşmaya başladı.
“İnat nasıl kırılır” konulu dersteyiz.
İnsan sınırlarına çekildikçe sınırsızlığın kaynağını fark edecek.
Yeni bir çağ açılacak ise bunun adı “İnsanlık Çağı” olacak.
Büyük savaşlar, yıkımlar, felaketler, salgın hastalıklar.
Kabul, Dünya bunları ilk kez görmüyor.
Ama biz Dünya’nın aynaya bakıp “ne kadar da çaresizim” dediğini ilk kez duyabiliyoruz.
Galiba bu sefer gerçekten hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.