Kuyruğunu kovalayan kedi: Euro-dolar rekabeti
24 Şubat günü başlayan Rusya’nın Ukrayna saldırısının ne bu kadar uzayacağı ne de küresel bir ekonomik ve sosyal çözümsüzlüğe yol açacağı akıllara gelirdi. Gerçekten de Rusya ile Ukrayna arasında uzun süreden beri yaşanmakta olan siyasi bunalımın yeni bir boyut kazanarak daha sert kıvılcımlar çaktırıp bir süre sonra sönümleneceği düşünülürken, bugüne gelindiğinde ne zaman ve nasıl biteceği tamamen muamma bir küresel sorunla boğuştuğumuzu artık tüm dünya kabul ediyor.
Avrupa’nın Rusya’ya karşı “ileri karakolu” olmaya soyunan Ukrayna, Rusya ile boğuşmaya başladığında arkasına aldığı AB’nin desteğini beklediği derecede bulamadı. Benzer şekilde ABD seçimlerinde Trump’a karşı Biden’ı açık şekilde destekleyen ve Biden’ın oğlunun Ukrayna’da yaşadığı skandalları da örtbas eden Ukrayna, tüm bu özverilerine karşın ABD’den beklediği desteği göremedi. Hatta, ilerleyen dönemlerde ABD Başkanı Biden’ın eleştirileri ile bile karşılaştı. Her koşulda Rusya’ya karşı oldukça zayıf durumda kalan Ukrayna, çareyi küresel ölçekte tepki koymayı sağlayacak sosyal dayanışma çağrılarında aradı. İlk aylarda bu çağrıların da yeterince karşılık gördüğü söylenemez.
YAPTIRIMLARIN NİTELİĞİ
AB ve ABD’nin Rusya’ya karşı tepkileri askeri ve sert siyasi yaptırımlar yerine ekonomik yaptırımlar düzeyinde kaldı. Hemen ifade etmek gerekir ki Rusya’ya küresel ölçekte başlatılan ekonomik yaptırımların niteliğinin ve derinliğinin, uzun yıllardır ABD ambargoları ile boğuşan İran ile mukayese edildiğinde çok daha sert olduğu görülmektedir.
Gerçi Rusya, bu derecede olmasa da kendisine karşı sert bir Batı blokunun oluşturularak ekonomik ve siyasi yönden baskı altına alınmak isteneceğine hazırlıklıydı ama belli ki bu kadarını Putin de beklemiyordu. Tüm dünyadan SWIFT sisteminden çıkarılmaktan, önemli Rus işadamlarının mal varlıklarına el koyma/dondurma, banka hesaplarını bloke etmeye kadar varan birçok sert tedbir başlangıçta Rusya’da keskin bir ekonomik şoka neden oldu. Rublenin tarihi değer kaybı yanında hızla yükselen enflasyon ve uluslararası ticarette para transferlerinde yaşanan umulmadık sorunlar Rusya’yı ciddi bir ekonomik krize sürükledi.
AB’NİN ZAYIF NOKTASI
Rusya lideri Putin, alışıldık soğukkanlı hali ile krizi yönetmek için AB’nin en zayıf tarafına yönelik ağır bir stratejik hamle yaptı. Öncelikle AB genelinde yüzde 40, Almanya’da yüzde 50 düzeyinde olan Rus gazı bağımlılığını önemli bir silah olarak kullanarak, Avrupa’ya yönelik gaz akımlarının ödemelerinin Ruble ile yapılması konusunda karar aldı. Çin ile yaptığı ikili görüşmeler sonucunda Çin bankaları üzerinden para transferlerine başladı. Eş zamanlı olarak kriptopara ve sanal cüzdanlar üzerinden para hareketliliği konusunda girişimlerde bulundu. Bu uygulamalar elbette SWIFT sisteminden çıkmayı ikame edecek düzeyde değildi ama AB ve ABD’nin sert ambargosuna karşı Rusya’ya nefes aldırmaya başladı. Putin, bununla da kalmayıp AB’yi elindeki en güçlü silahla, “enerji bombası” ile vurdu. Bu derece Rus gazına bağımlı olan AB’yi, yaklaşan kış ayları arifesinde gazı kısıtlı vermek ve hatta kesmekle tehdit etmeye başladı. Bu durum, Avrupa ülkeleri açısından yönetilmesi oldukça güç bir süreçti. Zira hemen birkaç ay içerisinde çözülebilecek bir sorun gibi görünmeyen bu durum, AB ülkeleri arasında bir yandan yaklaşan kışı nasıl geçirecekleri konusunda endişeye sevk ederken, diğer yandan da dev endüstrilerini hareket ettirecek enerji darboğazının da sinyallerini vermeye başladı. Hülasa, Putin’in enerji bombası sadece hanehalkını üşütmekle kalmayacak, başta Almanya olmak üzere sanayi devi birçok AB ülkesinin endüstriyel üretimlerine sert darbeler inmesine yol açacaktı.
TEK SEBEP ENERJİ DEĞİL
Ukrayna krizinin etkileri Avrupa’da derin bir enerji krizine dönüşürken, doğal olarak ekonominin geneline ve finansa hemen yansıdı. Yazı kaleme alındığında Euro/Dolar (EUR/USD) paritesi 0.9967 olarak kayıtlara geçmiştir. Ekim ayının başında Euro/Dolar paritesinin son 20 yılın en düşük düzeyine düşerek 0.96 seviyelerini görmesi, Euro yatırımcılarını endişeye sevk etmeye yetti. Yazı kaleme alındığında dolar 18.58 TL’den, Euro 18.52 TL’den işlem görüyor.
Euroda yaşanan bu değer kaybı ve oynaklığın sebepleri arasında sadece Ukrayna krizine bağlı ortaya çıkan enerji krizini düşünmek eksik bir bakış açısı olacaktır. 2018 yılında enerji fiyatlarında yaşanan fiyat oynaklıklarının küresel üretim üzerine olumsuz yansımaları, olumsuz sürecin ilk dinamikleri arasında sayılabilir. 2019 sonunda ortaya çıkan pandeminin tüm dünyayı sarması ile ekonomilerin hızla şalter indirmesi ve karantina tedbirleri küresel ekonomide sert kayıpların yaşanmasına yol açtı. Sürecin IMF’nin tanımlaması ile 1929 Buhranı’nı geçecek düzeyde bir depresyona dönüşmesi, tüm ülkeleri depresyonla mücadelede radikal tedbirler almaya itti. Bütçe açıkları verilerek sert durgunlukla mücadele yapılmaya çalışılırken en etkin olarak kullanılan enstrüman merkez bankalarının emisyon hacimlerini arttırması, bir başka deyişle karşılıksız para basmaları idi. Pandemi sonrası dönemde karşılıksız para basımı nedeniyle hızla artan enflasyon, tüm dünyada ama özellikle ABD ve AB’de önemli bir sorun olarak ekonomi yöneticilerini meşgul etmeye başladı.
İşte bu dönemde FED ve AB Merkez Bankası, enflasyonla mücadele politikalarını en önemli hedef olarak uygulamaya koydular. Diğer merkez bankaları ile mukayese edildiğinde FED’in daha şahin politikalar uygulamaya başladığı ve bu çerçevede faiz artırımlarına gittiği son dönemin sıklıkla görülen para politikaları arasına girdi. FED’in faiz artırım politikaları, özelde ABD ekonomisindeki enflasyonu kontrol altına almak maksadını güderken, küresel rezerv para olması nedeniyle, dünyanın geri kalanı ve özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından önemli sorunların ortaya çıkmasına yol açtı. Zira bu ülkeler açısından uluslararası ticaret başta olmak üzere ihtiyaç duydukları doları temin etmek faiz artırımları ile birlikte giderek daha pahalı hale geldi. Durum AB tarafından pek de farklı değildi. Pandemi döneminde eksi enflasyon değerlerini gören AB ekonomileri bu dönemde ekonomilerini canlandırmaya yönelik olarak genişletici para ve maliye politikaları uygularken, pandemi sonrası dönemde hızla artan enflasyonla mücadele etmek zorunda kaldılar. FED kadar agresif faiz artışları uygulamamakla birlikte, hafif başlatılan faiz artışları ile enflasyonu kontrol altına almaya çalışırlarken Ukrayna krizininin beklenmedik şekilde başlaması ve krizin AB’ye sirayeti yerel ekonomilerde belirsizliklerin oluşmasına yol açtı. Özellikle Rusya Başkanı Putin’in açıklamaları ile gerilen AB-Rusya ilişkilerinin enerji sektörünü tehdit etmesi, Avrupa’da yaşanmakta olan enflasyonist tablonun derinleşmesine yol açtı. Öte yandan ABD ve AB’de uygulanmakta olan faiz artırım politikaları kimi akademik ve siyasi çevrelerce resesyon riskinin altı çizilerek ihtiyatla yürütülmesi konusunda ciddi eleştiriliyor. Euro bölgesinde artan borçlanma maliyetleri ve ekonomik görünümdeki enerji krizine dayalı belirsizlik bölgede ekonomik performansın ve enflasyonun kontrol altına alınmasını güçleştirirken, borçlanma maliyetlerinin de yükselmesine yol açıyor. Makroekonomik görünümdeki olumsuzluk enflasyonist bir tablo ortaya koyarken, enflasyondaki artış da geri besleme ile makroekonomik görünümü daha sorunlu hale getiriyor. Euronun değer kaybı yanında ekonominin üretim tarafından en önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki sert yükselişler ve savaşın ne zaman biteceğinin belirsizliği maliyet enflasyonunun ne kadar yükseleceğini belirsiz hale getiriyor. Dolayısıyla enflasyon 24 Şubat günü başlayan Rusya’nın Ukrayna saldırısının ne bu kadar uzayacağı ne de küresel bir ekonomik ve sosyal çözümsüzlüğe yol açacağı akıllara gelirdi. Gerçekten de Rusya ile Ukrayna arasında uzun süreden beri yaşanmakta olan siyasi bunalımın yeni bir boyut kazanarak daha sert kıvılcımlar çaktırıp bir süre sonra sönümleneceği düşünülürken, bugüne gelindiğinde ne zaman ve nasıl biteceği tamamen muamma bir küresel sorunla boğuştuğumuzu artık tüm dünya kabul ediyor.
YAPTIRIMLARIN NİTELİĞİ
AB ve ABD’nin Rusya’ya karşı tepkileri askeri ve sert siyasi yaptırımlar yerine ekonomik yaptırımlar düzeyinde kaldı. Hemen ifade etmek gerekir ki Rusya’ya küresel ölçekte başlatılan ekonomik yaptırımların niteliğinin ve derinliğinin, uzun yıllardır ABD ambargoları ile boğuşan İran ile mukayese edildiğinde çok daha sert olduğu görülmektedir.
Gerçi Rusya, bu derecede olmasa da kendisine karşı sert bir Batı blokunun oluşturularak ekonomik ve siyasi yönden baskı altına alınmak isteneceğine hazırlıklıydı ama belli ki bu kadarını Putin de beklemiyordu. Tüm dünyadan SWIFT sisteminden çıkarılmaktan, önemli Rus işadamlarının mal varlıklarına el koyma/dondurma, banka hesaplarını bloke etmeye kadar varan birçok sert tedbir başlangıçta Rusya’da keskin bir ekonomik şoka neden oldu. Rublenin tarihi değer kaybı yanında hızla yükselen enflasyon ve uluslararası ticarette para transferlerinde yaşanan umulmadık sorunlar Rusya’yı ciddi bir ekonomik krize sürükledi.
AB’NİN ZAYIF NOKTASI
Rusya lideri Putin, alışıldık soğukkanlı hali ile krizi yönetmek için AB’nin en zayıf tarafına yönelik ağır bir stratejik hamle yaptı. Öncelikle AB genelinde yüzde 40, Almanya’da yüzde 50 düzeyinde olan Rus gazı bağımlılığını önemli bir silah olarak kullanarak, Avrupa’ya yönelik gaz akımlarının ödemelerinin Ruble ile yapılması konusunda karar aldı. Çin ile yaptığı ikili görüşmeler sonucunda Çin bankaları üzerinden para transferlerine başladı. Eş zamanlı olarak kriptopara ve sanal cüzdanlar üzerinden para hareketliliği konusunda girişimlerde bulundu. Bu uygulamalar elbette SWIFT sisteminden çıkmayı ikame edecek düzeyde değildi ama AB ve ABD’nin sert ambargosuna karşı Rusya’ya nefes aldırmaya başladı. Putin, bununla da kalmayıp AB’yi elindeki en güçlü silahla, “enerji bombası” ile vurdu. Bu derece Rus gazına bağımlı olan AB’yi, yaklaşan kış ayları arifesinde gazı kısıtlı vermek ve hatta kesmekle tehdit etmeye başladı. Bu durum, Avrupa ülkeleri açısından yönetilmesi oldukça güç bir süreçti. Zira hemen birkaç ay içerisinde çözülebilecek bir sorun gibi görünmeyen bu durum, AB ülkeleri arasında bir yandan yaklaşan kışı nasıl geçirecekleri konusunda endişeye sevk ederken, diğer yandan da dev endüstrilerini hareket ettirecek enerji darboğazının da sinyallerini vermeye başladı. Hülasa, Putin’in enerji bombası sadece hanehalkını üşütmekle kalmayacak, başta Almanya olmak üzere sanayi devi birçok AB ülkesinin endüstriyel üretimlerine sert darbeler inmesine yol açacaktı.
TEK SEBEP ENERJİ DEĞİL
Ukrayna krizinin etkileri Avrupa’da derin bir enerji krizine dönüşürken, doğal olarak ekonominin geneline ve finansa hemen yansıdı. Yazı kaleme alındığında Euro/Dolar (EUR/USD) paritesi 0.9967 olarak kayıtlara geçmiştir. Ekim ayının başında Euro/Dolar paritesinin son 20 yılın en düşük düzeyine düşerek 0.96 seviyelerini görmesi, Euro yatırımcılarını endişeye sevk etmeye yetti. Yazı kaleme alındığında dolar 18.58 TL’den, Euro 18.52 TL’den işlem görüyor.
Euroda yaşanan bu değer kaybı ve oynaklığın sebepleri arasında sadece Ukrayna krizine bağlı ortaya çıkan enerji krizini düşünmek eksik bir bakış açısı olacaktır. 2018 yılında enerji fiyatlarında yaşanan fiyat oynaklıklarının küresel üretim üzerine olumsuz yansımaları, olumsuz sürecin ilk dinamikleri arasında sayılabilir. 2019 sonunda ortaya çıkan pandeminin tüm dünyayı sarması ile ekonomilerin hızla şalter indirmesi ve karantina tedbirleri küresel ekonomide sert kayıpların yaşanmasına yol açtı. Sürecin IMF’nin tanımlaması ile 1929 Buhranı’nı geçecek düzeyde bir depresyona dönüşmesi, tüm ülkeleri depresyonla mücadelede radikal tedbirler almaya itti. Bütçe açıkları verilerek sert durgunlukla mücadele yapılmaya çalışılırken en etkin olarak kullanılan enstrüman merkez bankalarının emisyon hacimlerini arttırması, bir başka deyişle karşılıksız para basmaları idi. Pandemi sonrası dönemde karşılıksız para basımı nedeniyle hızla artan enflasyon, tüm dünyada ama özellikle ABD ve AB’de önemli bir sorun olarak ekonomi yöneticilerini meşgul etmeye başladı.
İşte bu dönemde FED ve AB Merkez Bankası, enflasyonla mücadele politikalarını en önemli hedef olarak uygulamaya koydular. Diğer merkez bankaları ile mukayese edildiğinde FED’in daha şahin politikalar uygulamaya başladığı ve bu çerçevede faiz artırımlarına gittiği son dönemin sıklıkla görülen para politikaları arasına girdi. FED’in faiz artırım politikaları, özelde ABD ekonomisindeki enflasyonu kontrol altına almak maksadını güderken, küresel rezerv para olması nedeniyle, dünyanın geri kalanı ve özellikle gelişmekte olan ülkeler açısından önemli sorunların ortaya çıkmasına yol açtı. Zira bu ülkeler açısından uluslararası ticaret başta olmak üzere ihtiyaç duydukları doları temin etmek faiz artırımları ile birlikte giderek daha pahalı hale geldi. Durum AB tarafından pek de farklı değildi. Pandemi döneminde eksi enflasyon değerlerini gören AB ekonomileri bu dönemde ekonomilerini canlandırmaya yönelik olarak genişletici para ve maliye politikaları uygularken, pandemi sonrası dönemde hızla artan enflasyonla mücadele etmek zorunda kaldılar. FED kadar agresif faiz artışları uygulamamakla birlikte, hafif başlatılan faiz artışları ile enflasyonu kontrol altına almaya çalışırlarken Ukrayna krizininin beklenmedik şekilde başlaması ve krizin AB’ye sirayeti yerel ekonomilerde belirsizliklerin oluşmasına yol açtı. Özellikle Rusya Başkanı Putin’in açıklamaları ile gerilen AB-Rusya ilişkilerinin enerji sektörünü tehdit etmesi, Avrupa’da yaşanmakta olan enflasyonist tablonun derinleşmesine yol açtı. Öte yandan ABD ve AB’de uygulanmakta olan faiz artırım politikaları kimi akademik ve siyasi çevrelerce resesyon riskinin altı çizilerek ihtiyatla yürütülmesi konusunda ciddi eleştiriliyor. Euro bölgesinde artan borçlanma maliyetleri ve ekonomik görünümdeki enerji krizine dayalı belirsizlik bölgede ekonomik performansın ve enflasyonun kontrol altına alınmasını güçleştirirken, borçlanma maliyetlerinin de yükselmesine yol açıyor. Makroekonomik görünümdeki olumsuzluk enflasyonist bir tablo ortaya koyarken, enflasyondaki artış da geri besleme ile makroekonomik görünümü daha sorunlu hale getiriyor. Euronun değer kaybı yanında ekonominin üretim tarafından en önemli girdi olan enerji fiyatlarındaki sert yükselişler ve savaşın ne zaman biteceğinin belirsizliği maliyet enflasyonunun ne kadar yükseleceğini belirsiz hale getiriyor. Dolayısıyla enflasyon sorununun faiz artırımları ile baskı altına alınması politikasının, en azından mevcut ekonomik ve siyasi tablo içinde pek etkin olamayacağı sinyalleri güçlü şekilde geliyor.
TAHIL KRİZİ
Tüm bunların yanında Sayın Cumhurbaşkanımızın önemli katkıları ile faal hale getirilen tahıl koridoru, yaşanmakta olan savaşın küresel bir gıda kıtlığına yol açmaması için önemli bir ara formüldü. Ancak geçtiğimiz haftasonunda Rusya, Ukrayna kuvvetlerinin Sivastopol limanında bulunan Rus Savaş ve sivil gemilerine yönelik saldırılar düzenlediklerini gerekçe göstererek limanlardan tarımsal ürün ihracatına olanak veren tahıl koridoru anlaşmasına katılımını askıya aldığını açıkladı. Maalesef tahıl koridorundan geçen gemilerin güveliğinin bundan sonra garanti altında olamayacağını duyurdu. Bu durum, savaşın sadece enerji krizi ile değil, Euro bölgesi başta olmak üzere tüm dünyada tahıl ve diğer gıda fiyatlarında sert artışların yaşanacağı ihtimalini ortaya koymaktadır.
Euro bölgesinde bu sıkıntılar had safhada yaşanırken, savaş, gıda ve enerji kıtlığı sorununa uzaktan bakan ABD’de dolar önemli bir tehditle karşı karşıya olmadığından dolarda önemli bir değer kaybı gözlenmiyor. ABD, tıpkı I. ve II. Dünya Savaşları’nda olduğu gibi kıta Avrupa’sına olan coğrafi uzaklığının ekonomik ve siyasi avantajını kullanıyor. Rusya enerjisine bağımlılığı olmayan ABD, savaşın fiziksel güçlüklerini de yaşamıyor. Öte yandan, siyasi süreçlerde Avrupa’ya destek olurken, yaşanabilecek olumsuzluklardan asgari düzeyde etkileniyor.
TÜRKİYE BU SÜREÇTEN NASIL ETKİLENİR?
Avrupa ve ABD dışındaki çevre ülkeler, yaşanan savaşın ekonomik ve siyasi etkilerinden farklı düzeylerde etkileniyorlar. Türkiye gibi hammaddesini yurt dışından tedarik eden ülkeler, genellikle hammadde tedariklerini ABD doları cinsinden sağlarken, ürettikleri malları Avrupa’ya satışlarında Euro üzerinden işlem gördüklerinden, Euronun dolar karşısında yaşadığı değer kayıplarından olumsuz etkilenmektedirler. Üstelik artan enerji fiyatları, enerjinin hammadde girdisi olarak yurt dışından temin edildiği ülkelerde ek bir maliyet artışının ortaya çıkmasına yol açıyor. Buna ek olarak Türkiye’nin önemli gelirlerinden birisi turizm gelirleri. Ağırlıklı olarak Avrupa’dan gelen turistler nedeniyle turizm aktivitilerinin Euro cinsinden yapılması dolayısıyla euronun dolar karşısındaki değer kaybı, dış borç ve faiz ödemelerinin ve enerji başta olmak üzere kimi önemli ithal girdilerinin dolar cinsinden yapıldığı Türkiye açısından ek bir kaybı da beraberinde getiriyor. Yani düşük değerli Euro cinsinden ihracat ve gelirlerimizi hesaplarken, maliyet ve ithalat hesaplamalarımızı daha değerli dolar üzerinden yapıyoruz.
Özetle, firmaların hammadde alımını dolar üzerinden yapması, eurodaki değer kayıplarının üretim maliyetlerine yansımasına ve sonuçta sanayi üretiminin olumsuz etkilenmesine yol açabilir. Bu da küresel resesyon beklentilerinin daha güçlü şekilde realize olmasına yol açabilir. Bir başka deyişle, euronun dolardan değerli olduğu dönemde Türkiye parite kazancı yaşarken, Euro dolara göre değer kaybedince parite zararı ortaya çıkmaktadır. Euro/dolar paritesi denk duruma getirilebilirse nötr bir durum ortaya çıkacaktır.