Maarif meselemiz ve milli kimlik inşası
19. yüzyıl, milletler arasında büyük çalkantılara yol açtı. Batı aydınlanması, bilim ve teknoloji üstünlüğünü ideolojik üstünlüğe dönüştürdü. Batılılar, sadece diğer milletleri sömürge-leştirmekle kalmadı, aynı zamanda modernliğin ideolojisi ile baskılayıp esir aldılar.
Ernest Renan, İslam ve Osmanlı ile ilgili bir makalesinde, “Gözlem ve deneye dayalı modern bilim ortaya çıktıktan sonra ne kadar medeniyet, din ve tarih varsa hepsi geride kalmıştır, hiçbir değeri yoktur. Asıl olan modern bilimdir,” demiştir.
Batılıların dışındaki toplumlar, bu sömürge ideolojisini başlı başına bir travma olarak yaşamış; her milletin imtihanı farklı olmuştur. Uzak Doğu Asya ve Afrika ülkeleri doğrudan işgal edilmiş, Latin Amerika ülkeleri de benzer bir kaderi paylaşmıştır. Dünyanın en ücra köşesinden, okyanus aşırı küçük bir adaya kadar her yer, bu vahşi sömürüden payını almıştır.
Osmanlı Devleti, gerileme çağında Batı modernleşmesiyle yüzleşmiş olsa da büyük bir medeniyetin temsilcisiydi. Önemli tarihçilerin her biri, Osmanlı modernleşmesine savruk değil, yüksek bir bilinçle yaklaşıldığını vurgulamaktadır. Batı medeniyetinin yıkıcı ve aşağılayıcı sömürge kültürüne karşı mücadele edebilecek tek güç Osmanlı Devleti idi. Bu sebeple, İngiltere ve Fransa, Osmanlı’yı çökertmek için yoğun bir çaba sarf ettiler; petrol ve maden kaynaklarına, dünyanın stratejik ve jeopolitik noktalarına hâkim oldular ve maalesef bunda başarılı da oldular.
Batı sömürge imparatorluğu, sadece fiili işgallerle meşgul olmadı. Aynı zamanda kültürel emperyalizm çabaları ile milletlerin geleceğe dair ümidini çökertti. Biz de dahil olmak üzere bütün büyük milletler, kendimizi Batı medeniyeti karşısında Afrikalı bir kabile mensubu gibi hissetmeye başladık.
Ülkemizde, “müstemleke aydınları” ve yöneticileri, Batı emperyalizminin safına geçtiler. Onların argümanlarıyla kendi milletlerini, anne babalarını ve geçmişini aşağılamaya devam ettiler.
1970’li yıllarda, Anadolu’da köylerde nüfus fazlaydı; futbol takımları kurulup, kendi aralarında turnuvalar düzenlerlerdi. İlkokul çağında öğrendiklerimizde ne Türklük ne Müslümanlık ne İslam tarihi ne de Osmanlı medeniyetine dair bir bilgi vardı. Oysa Bayburt, geleneksel kültürün fiilen yaşadığı bir ildi.
Kendi kendime şu soruyu soruyordum: “Bütün her şeyi önce Yunanlılar, sonra Avrupalılar mı yapmış? Bizim bu medeniyete hiçbir katkımız yok mu?” Turnuva için gittiğimiz bir beldede, Akkoyunlu hükümdar ailesinin yaşadığı bir yerde, duvarda bir Osmanlı haritası gördüm. Herkes maçın kritiğini yaparken, ben haritaya takıldım. Yanımdaki öğretmene sordum. Öğretmen, ülkücü bir hocaydı. Haritanın başına geçip, Osmanlı’dan bahsetti. Bu bilgi, bende büyük bir inkişafın oluşmasına neden oldu. Okulda her şeyin Yunan ve Batı’ya ait olduğu düşüncesi beni boğuyordu.
Bugün, yaşı yetmişlere gelmiş CHP’li laik akademis-yenlerle ve siyasilerle karşılaşı-yorum. Sömürge-cilerin kültür emperyalizmi adına zerk ettiklerinin dışında bir dünyanın varlığını anlamakta ve anlamlandırmakta hala zorlanıyorlar.
Her ulus-devlet, kendi tarihinden, kültüründen ve dininden kaynaklanan bir milli kimlik inşa çabası içerisine girmiştir. Bizde ise, başkalarının felsefesi, başka milletlerin tarihi ve kültürü bu aziz millete boca edilerek bir kültür inşa edilmeye çalışılmış; ancak tam bir çorba kültür ortaya çıkmıştır. O günden bugüne, bu kargaşa devam etmektedir.
Dünya görüşü büyük oranda tarih tezi üzerinden oluşur. Bu milletin 6000 yıllık Türk tarihi, 15 asırlık İslam tarihi, 6 asırlık Osmanlı tarih geleneği vardır. Bunun yanı sıra 14. ve 15. asırlarda Timur Devleti, Altınordu, Memlükler, İran’da Safeviler ve Osmanlı Devleti gibi dünyanın yarısını yöneten Türk çağını temsil eden imparatorluklar vardı. Bu sebeple, o döneme “Türk asrı” denirdi.
Son dönemlerde Millî Eğitim Bakanlığı, Maarif Modeli adı altında bir reform paketi hazırladı. Milli kimlik oluşturmak adına küçük bazı adımlar attı. Batı medeniyetinin nöbetini tutmaya memur müstemleke aydınları ise tam tam çalmaya başladılar. Kanaatimce, bu millet asil bir millettir. Kendi tarihini, kültürünü ve dinini öğrensin; bütün medeniyet birikimini üstlenerek, mukayesesini kendisi yapar.
Büyük tarihçiler bu konuyu “tarihi coğrafya” olarak dillendirir. Okullarda coğrafya bilgisi, bu milletin büyük yürüyüşü dahilinde, maddi ve manevi coğrafyamızla birlikte okunmalıdır. Tarihi coğrafya bilinci olan bir genç, Yemen’in, Somali’nin, Süveyş Kanalı’nın, Galiçya’nın, Kudüs’ün ve Maveraünnehir’in ne anlama geldiğini idrak eder.
Çok büyük boyutta reformlara ihtiyaç yoktur. Yüz yıllık bir sefere çıkacaksanız, geriye dönük bin yıllık tarih, coğrafya, kültür ve misyona sahip olmalısınız.
Bu milletin bir evladı olarak, milletin çocuklarına milli kimlik inşa çabasında olan Yusuf Tekin’in attığı bu başlangıç adımından dolayı kendisini tebrik ediyorum. Görelim Mevla neyler.