Muhafazakâr STK’ların ölümü ve yaşamı

Okuduğunuz Yazı
Muhafazakâr STK’ların ölümü ve yaşamı

İçerik

Mimarlık doktorası yaparken bir hikâyeden çok etkilenmiştim. Mimar olmayan Jane Jacobs “Büyük Amerikan Şehirlerinin Ölümü ve Yaşamı” kitabının yazarıdır. Jacobs vefat edince mezarının başına bir çiçek bırakılır. Bu hanım ABD şehircilik tarihine en büyük hizmeti yapmıştır.

Jacobs’un kitabı insan ölçekli şehirlerin yerini, çok katlı gökdelenlerin ve büyük AVM’lerin olduğu şehirlere dönüşürken, kent alanlarının öldüğünü fikretmesiyle başlar. Kitapta uzun mukayeseler vardır. İnsanların coşku içerisinde yaşadığı sokağı, bakkalı, manavı ve tamircisi olan şehirlerin nasıl yaşanmaz hale dönüştüğü detaylı bir şekilde incelenmiştir.

Konu mahallenin STK’ları yazı içeriğini ancak bu kitabın başlığı ile anlamlı hale getirebilir diye düşündüm.

12 Eylül sonrası İslam’ın uyanış yıllarıydı. Bu uyanışı etkileyen çok farklı amiller vardı:

* Özal döneminin getirmiş olduğu demokratikleşme, liberalleşme ve dünya ile konuşan bir Türkiye fotoğrafının ortaya çıkması.

* Tek parti döneminden yetmişli yıllara kadar baskılanmış dindarlığın ve muhafazakârlığın kendini ifade edecek güce erişmeye başlaması.

* 12 Eylül rejiminin komünizme karşı yapılmış olmasından dolayı olası bir sol devrimi engellemek için dindarlığın önünün açılması.

* ABD’nin Rusya’yı engellemek için İslam dünyasının tamamında uygulamaya koyduğu Suudi Arabistan destekli ‘yeşil kuşak’ projesi.

Dış etkenler ne kadar etkili olursa olsun “Her ağaç kendi kökü üzerinden yükselir.” Koca bir İslam medeniyetinin en sofistike, en güçlü temsilcilerinden bir olan Osmanlı mirasçılarından bir Güney Kore çıkmayacağı bilinen bir gerçektir.

Üniversiteye küçük bir Anadolu ilinden gelmiştim. Arkadaşlarımın genel kültürü ve dini bilgisi benden yüksekti. Özellikle İstanbul’dan gelenlerin 80’li yılların deyimiyle İslami hareket hakkındaki bilgileri de dolu doluydu.

Arkadaşlar arasında geri kalmışlığımı gidermek için haşin bir şekilde okumalara başladım. İrili-ufaklı, yerli-yabancı birçok dini grup vardı. Bize Milli Gençlik Vakfı’nda (MGV) başlamak nasip olmuştu. Okula gidiyoruz, öğrenci hareketleri içerisinde aktif rol alıyoruz, okumalar yapıyoruz, dünyayı takip ediyoruz ve 70’li yıllardaki sol deneyimini bizler İslamcı olarak yaşıyorduk.

Hazırlık sınıfından birinci sınıfa geçince liseden edebiyat altyapım güçlüydü. Moda olan İslami hareket okumalarını Abdülhak Hamid’in Makber eseri ile ilgili sözüne benzettim. Makber sizin için ne ifade ediyor diye sorulduğunda “Altı ay süreyle mezarlığın etrafında dolaştım ve hayata geri döndüm” cevabını veriyor.

İslami hareket okumalarının özünde bir şey söylemediğini fark edince, binlerce yıl bu medeniyeti var eden eserlere yöneldim. Gazali, Teftâzânî, Hücvîrî ve İmam-ı Azam gibi büyük âlimler bir yönüyle bugünkü fikriyatım ve meselelere yaklaşımımı daha birinci sınıfta teşekkül ettirdi.

Okul bitinceye kadar öğrenci liderliği yaptım. Daha sonra İstanbul MGV’de uzun yıllar yöneticilik yaptım. Küresel bir şehirde bulunmanın insana neler kattığını bizzat yaşadım. İstanbul’da faaliyet yapan bir kurum ya da kişi doğrudan İslam dünyası ile konuşmaya başlar.

Bayburt gibi muhafazakâr bir şehirde doğdum. Merhum Necmettin Erbakan’ın Osmanlı, ittihad-ı İslam düşüncesini temsil ettiğine canıgönülden inandım. Erdoğan’ın bu fikriyatı toplumun yüzde 50’sine mal edecek siyasi bir vizyona sahip olduğunu takip ettim.

Toplum yelpazesinin bütün kesimleri ile derin bir hukukum olmakla birlikte mahalle fikrine ve camiaya inandım. Camiayı fikir adamları, siyasiler ve geleneksel tarikatlar ile STK’ları hep bir bütünün parçaları olarak gördüm.

Camia kendi durumunun farkında mıdır bilmiyorum. 60 yıllık mücadele geçmişi ile bugünkü demokratik Türkiye’nin kurucu felsefesini onlar oluşturdu. Ardında bireysel ve kurumsal on binlerce hikâye barındırmaktadır.

Sosyal bir hareket olarak gelişen, siyasi olarak temsil kabiliyeti kazanan ve kültürel anlamda tefekkür birikimi oluşturan camiamız, din ve vicdan hürriyetinden tutun da Anadolu insanının varlığının meşrulaşması açısından önüne koymuş olduğu hedefleri Erbakan ve Erdoğan gibi yüksek vizyona sahip liderlerin de katkısı ile hayata geçirmeyi başarmıştır.

Türkiye’deki muhafazakârların mücadelesi sistemle olan bir mücadeleden, tarihsel misyondan kaynaklı küresel mücadeleye everildi. Birçok STK bu değişimin farkında değil. Bir grup insan “Biz eskiden eleştirdiğimiz sistemin bugün bir parçası olduk” diye düşünürken özünde sistemin de küresel bir savaş halinde olduğu, birçok sol ve kapitalist oluşum tarafından anlaşılmadığı gibi ittihad-ı İslamcılar da değişimi fark edemedi.

Muhafazakâr STK’lar, tarihsel rolünü hatırlayıp yeniden sivilleşerek, bireysel ve kurumsal yeteneklerini köreltmeden yeni vizyonlarla tekrar canlanarak tarihsel rolünü kuşanmalı.

Hayatımızdan bir İsrail saldırganlığı ve Gazze’de yürütülen soykırım süreçleri geçmektedir. Muhafazakâr STK’ların eylem kısırlığı içerisinde olduğunu fark etmeyen yoktur.

TÜGVA’nın oluşum yıllarında bir grup arkadaş süreçlerde varlık gösterdik. Türkiye genelinde bütün il başkanları ve koordinatörlerin katıldığı bir eğitimde “Genç bir sivil toplum örgütü olarak o kadar yüksek bir ideale sahip olmalısınız ki sizi temsil eden siyaset on defa zaafa uğrasa onu yirmi defa karacak iddia, heyecanı ve inancı taşımalısınız” demiştim.

Bugün siyaset üzerine yürütülen tartışmalar var. STK siyasetin kaidesidir. Sivil alanın kendisini var etmesi siyasete de ilham olacaktır. Bütün kurumların tarih aynasına yeniden bakması, kendi yaşamlarını şekillendirecektir.

 

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
İhsan Aktaş