“Ne Kendi Etti Rahat Ne Âlem Buldu Huzur”
Yüzde 100 emin değilim, bu anonim sözün geri kalan bölümünün (“Yıkılıp gitti cihandan, dayansın ehli kubur”) mecazen de olsa Donald Trump’a uygulanabileceğine. Henüz tamamen, siyaseten ABD siyasal ortamını terk ettiğini söylemek için erken.
Emlakçı, kumarhane işleticisi ve sosyete mensubu Donald Trump’ın aklına başkan olma fikrinin, eski sinema oyuncusu, Kaliforniya Valisi Ronald Reagan’ın aday olması üzerine geldiği söylenir. Niyetini Reform Partisi’nden aday olmak üzere 1999’da açıklayan Trump, kamuoyu yoklamalarında hiçbir şekilde kazanamayacağının görülmesi üzerine bu sevdadan vaz geçer. 2004’te iştahı yine kabarır; ama kendisini tutar. 2008’de John McCain’i, 2012’de Mitt Romney’i destekler.
Bu üç seçimde aday adayı olmamasının tek sebebi kamuoyu yoklamalarında ne Cumhuriyetçi Parti içinde ne de ABD seçmeni nezdinde hiçbir şansı olmadığının anlaşılmasıydı. Ancak 2016 yılında, ABD’de siyasal ortam epey değişmişti. Bush ve Obama yılları, ABD için ekonomik olarak felaket yılları olmuştu. Trump’ın kenarda durduğu bu yıllarda Clinton, Bush ve Obama, ABD’yi kelimenin tam anlamıyla iflasın eşiğine getirmişlerdi. Otomobil fabrikaları başta olmak üzere iş yerleri kapanıyor, firmalar Çin’e ve Güney Amerika’ya kaçıyorlar; bildiğiniz inşaat çivisi bile ithal ediliyordu. Çin, İran, Usame bin Ladin, Güney Amerika’da yanına beş kişiyi toplayıp diktatörlüğünü ilan edenler, ABD’yi boksörlerin antrenman torbasına çevirmişlerdi.
Trump’ın halk dalkavukluğuna indirgediği milliyetçilik ve toplumu ortasından ikiye bölen popülizmi, bu verimli ortamda kendisine başkanlık koltuğunu kazandırdı; ama o kadar. İktidara geldi; ama muktedir olamadı. Ne ekibi vardı ne de kendisine yardım edecek bir kadro. Kızıyla onun eşini Beyaz Saray’a dış politika baş danışmanı yapacak, dört yılda altı savunma beş dışişleri bakanı atamak zorunda kalacaktı. Obama’nın “ABD’yi dünyanın jandarması olmaktan çıkartacağım” vaadine rağmen tam tersi dünya ülkelerine yayılmış ABD askerlerinin sayısını artırdığını söyleyerek seçim kazanan Trump, iki kere Irak ve Suriye’deki askerlerini geri çekmeye kalktı; ancak ikisi de Obama’dan miras kalan bürokratların komplolarıyla engellendi. Bu memurlardan James Weffrey’nin “Trump’a Irak ve Suriye’deki asker sayımızı hiçbir zaman kesin olarak söylemedik” sözleri, bu iktidarsızlığın, bu aczin gerçek boyutuna bir işarettir.
İkinci seçmenlerin oylarının sayılması gibi son derece törensel bir görevi, kaybettiği seçim sonuçlarını değiştirmek için bir fırsat sayacak kadar ipin ucunu elden kaçıran ve bu toplantının yapıldığı parlamentonun basılması ile sonuçlanan bir miting düzenleyecek kadar kendisini kaybeden Trump’tan geriye kalan sadece muhafazakâr Amerika için yüz karasıdır.
Ancak ABD’de Trump’a iktidar kapısı açan son felaketli Bush ve Obama kalıntıları yeniden koltuklarına oturuyorlar.
Biden-Harris yönetiminin, dört yılda ortamı yeni bir Trump’a hazır hale getirmesi ihtimalini gözden ırak tutmamak gerekir.