Ne su uyudu ne de düşman
Birinci Dünya Savaşı bittiğinde bugün Türkiye’ye manşetler üzerinden saldıran ülkeler, işgal güçleri olarak başta İstanbul olmak üzere birçok şehrimizde kirli postallarıyla dolaşıyordu. Hadis-i şerif küfür tek millettir der. Demek ki gâvurluk baki.
İngiltere ve Fransa, Türkiye’nin bir gün 85 milyonluk bir nüfusa ve güçlü bir orduya sahip bir devlet hâline gelip kendileriyle başa çıkabilecek bir ülkeye dönüşeceğini öngörebilselerdi belki de savaş sonrası ülkemizi on parçaya bölerlerdi.
Recep Tayyip Erdoğan, başbakan olduğunda geri bıraktırılmış bir ülkenin yönetimini devralmış oldu. AK Parti’nin siyasi iktidarının ilk günlerinde Ankara-Kırıkkale arasında çokça can kaybıyla sonuçlanmış bir trafik kazası yaşanmış, Başbakan Erdoğan bu türden ölümcül kazaların önüne geçmenin yollarını aramaya başlamıştı. Derhal Karayolları Genel Müdürlüğü’nün imkânlarıyla iki şeritli yolların inşa süreci başlatılmıştı. Bu küçük hamle, Türkiye’yi ulaşım altyapısı ve lojistik ekosistemi açısından dünyanın en gelişmiş ülkelerinden biri hâline getirecek sürecin ilk adımıydı.
Gelişmiş ülkelerin Türkiye’den kırk yıl önce tamamladıkları alt yapı yatırımları, AK Parti hükümetleri eliyle son yirmi yıl içinde gerçekleştirildi. Sağlık, eğitim, ulaşım, sanayi, enerji, savunma ve teknoloji alanlarında muazzam büyüklükte altyapı projeleri gerçekleştirildi. Türkiye’nin tarihsel zenginliğinin canlandırılması amacıyla ülkenin paha biçilemez kültürel mekânları restorasyon süreçlerinden geçirildi. Türkiye’nin ihracat kapasitesi ile turizm sektörü hızla büyürken COVID-19 pandemisi sürecinde dahi turistler de dahil olmak üzere 100 milyonluk bir nüfus için gerekli gıda tedariki başarıyla sağlandı.
Bir ülkenin altyapısı ne kadar güçlü olursa o ülkenin dış politikadaki ağırlığı da o kadar artar. İmparatorluk geçmişinden kaynaklı zengin bir tarihsel misyona sahip olan Türkiye, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü siyasi liderliği sayesinde uluslararası arenada kendi millî çıkarlarını öne çıkarmayı başardı. Emperyalist ülkelerin çıkarları pahasına çok yönlü, dengeli ve pro-aktif bir Türk dış politika vizyonu oluşturdu.
Ya büyük Türkiye ya da kölelik: Türkiye, adım adım büyük devlet olma yolunda ilerlerken düşman da boş durmadı. Bir yanda ABD, diğer yanda İngiltere, Fransa ve Almanya gibi “geleneksel sömürgeci” ülkeler, uyuyan devi uyandırmadan, yani Türkiye güçlenmeden onu ezmek için çaba üstüne çaba sarf ettiler. Gezi olayları, 17-25 Aralık operasyonları, 15 Temmuz darbe girişimi ve PKK’nın çözüm sürecini baltalayarak tekrar terör eylemlerine başlaması, aslında Türkiye’nin büyümesine darbe vurmak ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı büyük Türkiye vizyonundan vazgeçirmek için yapıldı. Türkiye’nin üzerine bilinen bilinmeyen düşmanlıklar ardı ardına boca edildi.
Çukur kanlı terörü, PKK’nın Türkiye’den FETÖ destekli toprak koparma girişimiydi. Bu plan, Suriye’deki ABD askerleri eliyle hazırlanmıştı. Türkiye’yi bölgesel bir rakip olarak gören İran da el ovuşturuyordu. Ancak üniter devlet yapısından vazgeçildiği gün ülkenin ikiye bölüneceğinin farkında olan bu millet tüm bu planları bozdu. Ne yazık ki bugün tam da terör örgütü bitme noktasına gelmişken Millet İttifakı mensupları, çukur terörü zamanı dillendirilen özerklik ve öz-yönetim iddialarının sözcülüğüne soyunmuş durumda.
Türkiye’nin güçlenmesinin Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü siyasi liderliği sayesinde gerçekleştiğini gören turuncu devrimciler, Sorosçular ve CIA bağlantılı odaklar tez elden tedbir ama yoluna gittiler. NATO’nun bir üyesi olan Türkiye’nin kendi topraklarını savunmak amacıyla S-400 savunma sistemini Rusya’dan satın almasını, Rusya-Ukrayna savaşında tarafsız kalarak yapıcı bir denge politikası yürütmesini ve süregiden tahıl krizinin çözülmesinde Birleşmiş Milletler’den daha başat bir rol oynamasını, Suriye’de, Libya’da, Doğu Akdeniz’de, Afrika’da ve Karabağ’da emperyalistlere kök söktürmesini ve Türk Devletler Teşkilatı’nın gücüne güç katmasını dikkate aldığımızda Batı medyasının “Erdoğan gitmeli!” şeklindeki kudurmuşluğunu kolaylıkla anlayabiliriz.
Bugünlere nasıl gelindi? Deniz Baykal’a komplo kurulduğunda Baykal, piyasaya sürülen kaset nedeniyle görevi bırakmadı. Onur Öymen, Baykal görevden uzaklaştırılacak, yerine Kemal Kılıçdaroğlu getirilecek ve Batılılar onu destekleyecek diye bir açıklama yapmıştı. İlginç olan şu ki bugün de Muharrem İnce, FETÖ ve CHP medya mensuplarının kumpası ile Cumhurbaşkanlığı adaylığından çekilmiştir. O hâlde su uyumazken düşman da uyumamış.
Dünya ikiye bölündü: Türkiye seçim sürecine girmişken dünya devletleri ikiye bölünmüş görünüyor. Türkiye’nin dünya dengelerini değiştirecek ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın deneyimli ve cesur siyasi liderliğiyle emperyalist devletlerin oyunlarına çomak sokacak bir ülke hâline gelmiş olması, Türkiye seçimlerinin dünya kamuoyunu böylesine meşgul etmesinin nedenidir.
Umutları çalınmışlar, Anadolu’nun basiretli yiğitleri, gadre ve işgale uğramışlar, Batılı devletlerin kültürel emperyalizmine ve köleleştirme azgınlığına maruz kalmış tüm devletler ve onların vicdan sahibi halkları, büyük Türkiye’nin ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yanında yer almaktadır. Medine’de, Saraybosna’da, Afrika çöllerinde, Karabağ’da, Üsküp’te, Buhara’da, Filistin’de, Kazan’da, Trablusgarp’ta, PKK zulmüne maruz kalan Suriye topraklarında, Erbil’de milletler, yani kalbinde zerre kadar imanı olan ve küresel emperyalizme karşı hesabı olan kim varsa Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın başarısı için dua ediyor. Bu destek, Türk Devletler Teşkilatı’nın devlet başkanlarını da kapsıyor.
Emperyalizme karşı olan iman kalesinin karşısında ise Biden, Macron, Miçotakis, Netanyahu gibi siyasi liderler, The Economist veya Der Spiegel gibi küresel medya aktörleri, Batılı sivil toplum ve istihbarat örgütleri, Sorosçular, FETÖ’cüler, PKK’lılar ve türevleri bulunmaktadır.
Tek bir cümleyle mazlumlarla zalimlerin çatışması… Türkiye için Birinci Dünya Savaşı’nın hâlen bitmediğini buradan görüyoruz.
NATO, kendisini Rusya karşısında sıkışmış hissediyor ve her ne pahasına olursa olsun Türkiye’yi Rusya-Ukrayna savaşına dahil etmek istiyor. Bunun için de medyası, Soros’u, turuncu devrimcileri ile tam bir işgal günleri ve 1960 darbesi psikolojisi oluşturuyorlar.
“Seçim kaybedilirse iç savaş çıkarırız!” deme cüretini göstererek akamete uğrayan Soros devrimleri için Türkiye’yi bir ilham kaynağı hâline getirmek istiyorlar. Varın gelin! 15 Temmuz’da da bu millet sizi geldiğiniz yere geri yollamayı bilmiştir.