Post-Truth olarak İmamoğlu ve CHP seçmeninin trajedisi
Tuhaf bir başlık oldu biliyorum.
Ama Mustafa Kemal Atatürk gibi tartışılmaz derecede kalibreli bir tarihi kişiliği idolleştiren CHP seçmeninin, çok derin çukurlara inmek zorunda bırakılarak, politik evrenimize itelenmiş böyle bir kimliği kabullenebilmesini başka türlü tarif etmek mümkün olamayacaktı.
Biraz SABRINIZA SIĞINARAK hakkında makaleler yazılan bu kavramı(POST-TRUTH) çok kısacık hatırlatayım.
POST-TRUTH kimileri tarafından HAKİKAT SONRASI diye tanımlanıyor. Post kelimesinin “sonrası” ve Truth’un da “gerçek” olduğundan yola çıkılarak, “modernizm sonrası” nı tanımlayan POST MODERN kavramından örnek alınıyor.
Oysa bu tanım, yani “Gerçeklik sonrası” ya da “Hakikat sonrası” tam olarak POST-TRUTH kavramıyla örtüşmüyor.
TRUTH aslında gerçek ya da hakikat değil, DOĞRU demek.
Biz gerçeklerle ilgili kanaatlerimizi aktarırken, nesnel delilleri kullanmayı tercih ederiz. Olması gereken budur diye biliriz.
Post-Truth dediğimizde ise gerçeklerle ilgili kanaatlerimizi tanımlarken araya duygular, inançlar, ideolojiler, kişisel kanaatler ve önyargılar girer.
Böylece çıplak gerçeklikler gerçek olmaktan çıkar ve önemsizleşir. Yerini o gerçekliğe ait inançlarımız, ideolojik geçmişimiz ve duygularımızla inşa edilen kanaatler alır.
Ben bu yüzden POST-TRUTH kavramının HAKİKATİN ÖNEMSİZLEŞTİRİLMESİ ya da DEĞERSİZLEŞTİRİLMİŞ HAKİKAT olarak tanımlanması gerektiğini düşünüyorum.
Gelelim EKREM İMAMOĞLU isminin Post-Truth, yani Önemsizleştirilmiş-Değersizleştirilmiş Hakikat kavramıyla neden yan yana geldiğine.
Yukarıda yola çıkış noktamı biraz olsun ifade ettim aslında.
Cumhuriyet’in kurucu değerlerine sıkı sıkıya bağlı olduğunu söyleyen, ATATÜRK gibi bir muazzam tarihi kişiliği “Ulu Önder” tanımıyla idolleştiren CHP’li seçmenin, bugün geldiği noktada tercih etmek zorunda kaldığı, bunun için adeta derinlerdeki çukurlara inmeye icbar edildiği Ekrem İmamoğlu karakterinin, onları nasıl acıklı bir duruma soktuğunu anlatmak istedim.
Bir siyasal parti olarak CHP seçmeninin trajedisi bu.
Atatürk’ten bu yana, bir isim dışında (Bülent Ecevit) kitleleri peşinden sürükleyecek lider çıkaramamış olan ve ideolojik katmanlarıyla kişiliği adeta görünmez hale gelmiş CHP seçmeninin, sanki insan malzemesi bakımından çölleşmiş ve kurak bir siyasi iklimin içinde debeleniyormuşçasına Ekrem İmamoğlu’na mahkûm olması trajedi değil de nedir?
İmamoğlu onların nezdinde GERÇEK LİDERLİK ÖZELLİKLERİNE sahip değil, bunu çok iyi biliyorlar. Çünkü rol modelleri Atatürk olan bir kitlenin, bu kaliteyle kıyas kabul edilemeyecek denli vülgarize bir karikatür karakterle işi olamaz hayatın olağan akışına bakıldığında. Hatta sadece o değil; İsmet İnönü, Bülent Ecevit, Deniz Baykal, Erdal İnönü ile de kıyas kabul etmez.
Peki neden?
CHP seçmeninin, bu katmanlı ideolojik arka plânı ve iktidar olamamışlığın verdiği hırs, öfke, Tayyip Erdoğan karşıtlığı temelinde inşa edilen nefret psikolojisi içinde olması sebebiyle, gerçeklik algısını tamamen değiştirerek, hakikatleri önemsizleştirerek Ekrem İmamoğlu’na sarıldığını görebiliyorum. İçten içe eldeki malzemenin ne kadar çapsız, güvenilmez, beceriksiz olduğunu biliyorlar. Hatta tek ayak üstünde kırk yalan söyleyebilme becerisini, kolaylıkla ağzını bozup hakaret edebilmesini, akıl almaz biçimde vaatlerini unutmasını, “hatırlamıyorum” diyebilecek denli pervasızlaşmasını bile sineye çekebiliyorlar. Çünkü tüm bunları yaptığı için “iktidara gelme hayalleri”ni yalnızca onun gerçekleştirebileceğine inanıyorlar.
Bu nedenle başlıkta “Post-Truth olarak Ekrem İmamoğlu” gibi farklı bir tarif yaptım.
Tüm duygu ve inançlardan, ideolojiden azade olarak GERÇEK ise ortada:
“Değersizleştirilmiş bir hakikat” olarak Ekrem İmamoğlu’na mecbur bırakılan CHP seçmeninin çıkmaz sokağı.