Sistemleri Ancak Cesurlar ve Kahramanlar Değiştirebilir
24 Haziran 2018, kadim Türk Devlet geleneği ve yakın tarih devlet tecrübesi hafızasında çok önemli bir dönüm noktasıdır.
Zira, temel yapıtaşı, 23 Nisan 1920’de Ankara Hacı Bayram Veli Camii’nde kılınan Cuma Namazı’ndan sonra okunan Kur’an ve Buhari Şerif hatimlerinin ardından kesilen kurbanlar ve dudaklardan dökülen dualarla gözlerden dökülen göz yaşları eşliğinde kurulan Parlementer sistem değişti.
Yerini;
Cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında aslında modern dünyada örneklerine çok fazla denk geldiğimiz “Başkanlık Sistemi”ne bıraktı. Bu köklü değişim çok kolay olmadı. Hepimiz sancılı üç beş yıla şahit olduk.
“Seni başkan yaptırmayacağız” diyenden tutun,
“Bu memlekete başkanlık sistemini sadece kan dökerek getirebilirsiniz her şeyimizle buna müdahale edeceğiz”
Diyene kadar sosyolojik olarak muhalefet partisi biçiminde tarif edilen zümrenin bir sürü bel altı engellemeleriyle muhatap olduk. Sonunda Her zaman olduğu gibi son sözü ferasetli, liyâkatli ve kimin ne olduğunu bilen halkımız söyledi.
Bu kahraman millet, vermiş olduğu oylarla 1994’ten beridir hiç yalnız bırakmadığı ve kendisini “reis” kabul edip arkasından çeyrek yüzyıldır yürüdüğü Cumhurbaşkanımız yani Başkanımız Recep Tayyip Erdoğan’dan yana oldu. Onun dediğini kabul etti. Ona istediği her yetkiyi verdi.
Daha dün en agresif biçimde sistem değişikliğine karşı çıkan, “kandan” ve “zorbalıkdan” bahseden muhalefet, süt dökmüş kedi gibi oldu, kabuğuna çekildi. Söz ve sahne Reise ve onu başkan yapan halka kaldı.
Bu durum bana radikal değişimleri pek de kabul etmeyen Türk devlet geleneğinde çok köklü değişimlere imza atan İkinci Mahmud’u hatırlattı.
Kanlı Kabakçı Mustafa İsyanı’na şahit olan, darbeci asker kıyafetli teröristlerin darbesinden ve ölümden Cevri Kalfa isimli bir saray kadınının yardımı ve Allah’ın inayeti ile son anda kurtulan Sultan İkinci Mahmud, 1807’de Alemdar Mustafa Paşa’nın yaptığı karşı bir darbe ile tahta çıktı.
Memleket meselelerine sabırla ve özenle eğildi. Devletin ve milletin sıhhat ve selametinin önündeki en büyük engeli Yeniçeri Ocağı olarak tarif ediyordu. İşine gelmediği zaman tahta bulunan meşru hükümdarı,
“İstemezük” diye nara atarak değiştiren ve milletin başına bela kesilen Yeniçeri Ocağını lağvetmek için sabırla 13 sene bekledi. Sonrasında Yeniçerileri son bir defa isyan etmeye zorladı.
15 Haziran 1826’daki isyanları Yeniçerilerin son isyanları oldu. O sırada zırhını diyen İkinci Mahmud, bütün İstanbulluların Sancak-ı Şerif altına toplanmasını istemişti.
Halkın da yardımıyla 1826’da çok kanlı bir operasyonla gerçekleşen ve akan okadar kana, kesilen o kadar kelleye rağmen de halk tarafından “Vakay-ı Hayriye- Hayırlı Vaka” diye isimlendirilen bir oparasyon sonucu Yeniçeri Ocağının lağvı ile Osmanlı Devleti’nde yeni bir dönem başladı.
Bu dönem, sadece Osmanlı Devleti’nin kadim düzenine bir kalem çekmek değil, Türk- İslam devlet anlayışına da bir kalem çekmek manasına geliyordu. Yeniçeri Ocağının kaldırılmasından sonra yeni ordunun talim ve terbiyesinde bizzat ilgilendi.
Binbaşı kıyafeti ile Eyüp’te bulunan Rami Kışlasında iki kış geçirdi. Enderun
Ağalarından oluşan taburu sevk ve idare ediyor, onlara nasıl manevra yapılacağını gösterirken
tüfek talimlerini de bizzat kendisi idare ediyordu.
Özellikle atlı manevralar son derece heyecanlı ve hareketli oluyordu. Bir seferinde attan düşmüştü. Her şeye rağmen dönüştürdüğü askeri birlikleri bizzat idare ediyor ve her şeyi, her yetkiyi elinde bulundurarak devletin atıl bünyesini atik ve dinç hale getirmeyi başarmıştı.
Son söz;
Sultan İkinci Mahmud’un torunu olan Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanı Recep Tayyip Erdoğan da dedesi gibi tüm ipleri elinde bulundurarak devleti atıl ve güç durumdan kurtarmalıdır. Zira bu halk bu yetkiyi ona bu yüzden vermiştir.