Sosyal medyanın fil tarifi
“Ahlaki sezgilerimiz, rasyonel aklı çoktan geçmiş bir at gibidir; biz çoğu zaman sadece yön veriyormuş gibi yaparız.”
Jonathan Haidt, The Righteous Mind
Geçtiğimiz günlerde Marmaray’da yaşanan bir hadise, Türkiye’nin sosyal medya gündemini bir kez daha sarstı. Bir adam, iki çocuğuyla birlikte Marmaray’a biniyor. Trende genç bir kızla tartışıyor. Ardından mavi gömlekli bir yolcu, adamı çocuklarının gözleri önünde darp ediyor. Olayın videosunu gazeteci Fuat Kozluklu kaydediyor; milyonlarca kişiye ulaşıyor, etiketler açılıyor: #KimBuMaviGömlekli, #MaviGömlekliBulunsun… Derken Habertürk Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Ersoy, olayın öncesini paylaşarak hikâyeye başka bir boyut katıyor. Meğer çocuklarıyla birlikte olan adam, trene giriş sırasında telefonla konuşurken geçişe engel olan bir kıza sert tepki göstermiş. Kız özür dilemiş ama tartışma içeride de sürmüş. Kız ağlamaya başlamış. Diğer yolcular “Yeter artık!” deyince adam bu kez onlara çıkışmış. Sonunda da mavi gömlekli şahıs müdahil olmuş.
Burada şiddetin hiçbir şekilde meşrulaştırılamayacağı açıktır. Hele ki çocukların gözleri önünde yaşanan bir saldırının haklı hiçbir tarafı olamaz. Bu konuda Mehmet Akif Ersoy’un şu sözü yerindedir: “Yanında eşi, çocuğu olanlara sataşılmaz.” Elbette doğru. Ama aynı zamanda yanında evlatları olan bir kişi de etrafındakilere saldırmamalıdır. Çünkü çocuklar sadece olayları değil, davranış kalıplarını da içselleştirirler. İşte bu noktada Jonathan Haidt’in epigrafta yer verdiğimiz metaforu zihnimizde yeniden yankılanır: Biz çoğu zaman kararlarımızı duygularla verir, akılla gerekçelendiririz. Sosyal medyada yaşanan öfke patlamaları, linç çağrıları, haklılık arayışları… Bunların çoğu, sezgisel tepkilerin sonradan rasyonalize edilmesidir.
İstanbul Valisi Sayın Davut Gül’ün açıklaması bu anlamda bir denge çağrısıdır:
“Her suçu sosyal medyada teşhir etmek, kişileri açıkça hedef göstermek ve linç kültürünü körüklemek, kamu düzenini zedeler… Adaletin yeri sosyal medya değil, mahkeme salonlarıdır.”
Bu açıklama, dijital çağda unutmaya yüz tuttuğumuz bir hakikati hatırlatıyor: Adalet, öfkeye değil ölçüye dayanır. Şiddet hiçbir koşulda mazur görülemez; ama sosyal medya eliyle bireyleri hedef gösterip linç etmek de bir başka şiddet biçimidir. Haidt’in şu tespiti ise olayın bu yönüne ışık tutar:
“Kalabalığın içinde anonimlik arttıkça bireysel ahlak geri çekilir; linç, sıradan insanı bile canavara dönüştürebilir.”
Bu hadise bize meşhur “Fil ve Gözleri Bağlı Bilgeler” hikâyesini de hatırlatıyor. Herkes fili tuttuğu yerden tarif ediyor: Kimi hortum diyor, kimi direk, kimi yelpaze… Gerçeğin bütünü ise ancak ışıkla görünür. Ve o ışık, çoğu zaman sosyal medya değil; akıl, empati ve hukuktur.
Unutmayalım: Sosyal medya mahkeme değildir, Linç, adaletin değil öfkenin aracıdır. Haklılık, sadece sesin yüksekliğiyle değil, sözün derinliğiyle anlaşılır. Ve en önemlisi:
Bireysel etik olmadan toplumsal sorumluluk kurulamaz.