Suriye’de yeni realite ülkenin birliğine yardımcı olacak
Türkiye, Mart 2011’den beş gün öncesine kadar, tabir yerinde ise iki borazan çalıyor: “Suriye’nin toprak bütünlüğüne asla zarar getirilemez” ve “Beşar Esad’ın, ülkesinde bir uzlaşı zemini araması, adil ve serbest seçimlere gidilmesini sağlaması için yardımına hazırız.”
Bu iki ilkeden ikincisi, bizzat Esad tarafından Ankara’ya (veya Cumhurbaşkanı Erdoğan ile görüşebileceği bir yere) gelerek, kendisine uzatılan eli sıkmamak suretiyle reddedildi. Ülkesinin tek parça olarak kalması, ülkesindeki Alevi-Sünni-Nusayri, Arap-Türkmen-Kürt, Müslüman-Hristiyan ayırt edilmeden, Osmanlı zamanında 402 yıl boyunca olduğu gibi, çok uluslu ama ülke birliğini koruyarak devamı zaten Beşar Esad’ın hiçbir zaman vazgeçilmez bir sevdası olmadı.
Arap ve İslam dünyasında Suriye adıyla bilinen bölge daima Şam olarak adlandırılmış, 1516’dan sonra Osmanlı yönetimi tarafından yapılan düzenleme ile ülkenin adı Suriye, merkezi Şam Vilayeti olarak anılmıştır. Elbette o zamanki Suriye, bugünkünden daha genişti; Osmanlı’yı yıkan Fransız ve İngiliz emperyalizmi, Levant bölgesini aralarında paylaşırken, Suriye’nin yanında Irak diye bir devlet de oluşturmuşlardı. Şurası önemli ki, Suriye, Osmanlı yönetiminden önce, Fars, Helen, Roma, Müslüman Araplar, Moğol, Memluk ve Timur işgalleri ile çok uluslu, çok dinli, çok mezhepli bir ülke olmuştu. Osmanlılar, bu özelliğe sahip diğer ülkelerdeki gibi, Suriye’de de kimsenin kimseyi ezmediği, tersine bu etnik ve inanç farklarını ülkenin bir zenginliği olarak gören, her bir ayrı kimliğinin reddedilmesine asla imkân vermeyen bir düzen kurmuştu.
1918’de Osmanlı Yönetimi’nin son bulduğu Suriye, 1946’da bağımsızlığını kazanmış, 17 yıl çalkantılar içinde etnik ve mezhep kavgalarına sahne olmuş ve 1963 yılında Arap Sosyalist Baas Partisi darbeyle yönetimi ele geçirmiştir. 8 yıl sonra, Hafız Esad, Baas içinde bir darbe ile yönetime el koymuştur. Hafız Esad’ın da 2000 yılında onun yerini alan oğlu Beşar’ın da yönetim ilkesi, sustur-ez-öldür olmuştur. Ülkenin çoğunluğunu oluşturan grupların hiçbir zaman söz hakkı olmamıştır. Ülke nüfusunun yüzde 10’unu oluşturan Kürtlere bırakın siyasal haklar tanımayı, vatandaşlık hakkı bile verilmemişti.
Birtakım mezhep-meşrep davası güdenlerin, ülkemizde de başka ülkelerde de “Cihatçı terör örgütü” denilerek kötülenen, kimine göre İsrail’in, kimine göre ABD’nin güdümünde olarak karalanmak istenen Hey’etu Tahrîri’ş-Şâm (Şam Kurtuluş Heyeti, kısaca HTŞ), içindeki 12’ye yakın ayrı inanç ve aşiret bağına sahip gruplar, Arap Baharı genel adıyla anılan protesto hareketleri sırasında, Esad’dan sadece Baas’tan başka partilerin kurulmasına ve serbest seçimlere izin verilmesini istemişlerdi. Esad’ın bu demokratik talebe yanıtı 55 bin kişiyi misket ve kimyasal bombalarla öldürmek ve 10 milyona yakın yurttaşını adeta ülke dışına sürmek olmuştu.
Suriye’nin bölünmemesi, yani ABD’nin Irak’ı parçaladığı 2003 yılından itibaren bu iki ülkedeki Kürtlerin, PKK teröristlerinin kuracağı bir sözde bağımsız Kürdistan adı altındaki bir teröristanda hem bölgenin hem de Türkiye’nin istikrarını bozma çabasını önlemek için önemliydi. İşlediği savaş suçlarına ve katliamlara rağmen, Türkiye, iç savaşın bitmesi, yaraların sarılması ve bir uzlaşı rejimi kurulması için Esad’a çağrıda bulunmaya devam etti.
Son çağrı, artık bıçak kemiğe dayandığı için yeniden silaha sarılarak köylerini, kentlerini birer birer Esad’ın elinden almaya başlayan Suriyeli devrimcilerin Halep’e girdikleri gün yapıldı. Ancak Esad, ülkeyi serbest seçimlere hazırlayacak bir geçici yönetimin başında, ulusunun birliğini korumak yerine, Akdeniz’deki iki deniz üssünü koruma kaygısıyla kendisine savaş uçakları ile yardımcı olan Rusya ile Yemen’den Lübnan’a kurduğu Şii Hilali’ni korumak için birkaç yüz milisle sözde destek sağlayan İran’a güvenmeyi seçti.
Sonucu biliyorsunuz: Baas rejimi bitti, Esad diktası sona erdi. Erdoğan’ın deyimiyle, Suriye’ye yeni bir realite ve yeni bir bahar geldi. Şimdi bu ortam, bu topraklarda ilk kez demokratik bir yönetimin kurulmasını sağlayacak.