Suriye’de zafer Suriyelilerin
Arap ülkelerindeki dikta rejimlere karşı, ilki Tunus’ta yakılan isyan ateşi, Mısır ve Suriye’yi de etkisi altına almıştı. Mısır’da Mursi, seçimle iktidara geldi. Ancak daha sonra kendisinin genelkurmay başkanı olarak atadığı Sisi, bir darbe yaparak iktidarı ele geçirdi.
Suriye’deki olayların başlangıcı da aynı döneme denk geliyor. Hızlı bir şekilde örgütlenen muhalif gruplar, Obama’nın kararsızlığı ve Rusya ile İran’ın Esed rejimine verdikleri destek sonucunda büyük zorluklarla karşılaştı. Ancak Şam’ın düşmesi 9 Aralık 2024’ü buldu.
Bu arada, ABD’nin PKK/YPG iş birliği ve onları bölgede yerleştirmek için DEAŞ’ı bir “İngiliz anahtarı” gibi kullanması, asla göz ardı edilmemesi gereken gerçekler arasında yer alıyor.
Suriye ve Türkiye, tarih boyunca hep iç içe olmuş, birbirlerini etkilemiş iki ülke. Arap, Kürt, Türkmen hatta Çerkez vatandaşlarımızın bir kısmı; bu coğrafyadan Türkiye’ye gelmiş, bazılarının akrabaları hâlâ o bölgede yaşıyor. Tüm bu sebeplerden dolayı Türkiye’nin Suriye olaylarına kayıtsız kalması düşünülemezdi. Nitekim çatışmalar sonrasında can güvenliğinden endişe eden Suriyelilerin büyük bir bölümü Türkiye’ye sığındı.
Erdoğan, ilk süreçten itibaren sınırların açılması talimatını verdi. Başbakanlığı döneminde de Cumhurbaşkanlığı döneminde de bu net duruşunu tavizsiz bir şekilde devam ettirdi. Türk milleti de gerek bireysel olarak gerekse STK’lar vasıtasıyla Suriyelilere yardım ve desteğini esirgemedi.
Ancak ekonomik sıkıntılar sebebiyle bazı vatandaşlarımız, sanki kendi paralarından Suriyelilere doğrudan kaynak aktarılıyormuş gibi yanlış bir algıya kapıldılar. Sırf Suriyeli düşmanlığını işlemek için parti kuranlar, siyaset yapanlar oldu.
Esed rejimi, 1963’ten beri ülkeyi yönetiyordu. Tam tamına 59 yıl boyunca zulüm ve katliamlarla iktidarda kaldılar. 1982’de Hama’da olduğu gibi birçok kez katliam düzenlediler. Oysa rejimin dayandığı Nusayri kesimi, yalnızca yüzde 10’luk bir tabana sahipti. Baskı, zulüm ve uluslararası desteklerle iktidarlarını sürdürebildiler. Ama nihayetinde artık yoklar.
Bazıları, 27 Kasım’da muhaliflerin Halep kırsalında başlattıkları saldırının arkasında ABD gibi emperyalist güçleri arıyor. Ancak ABD’nin başından beri desteklediği örgütün, PYD/PKK olduğu görülüyor. Onlar dururken ve onlara bu kadar yatırım yapmışken neden HTŞ’ye yardım etsin? Üstelik PYD/PKK’ya karşı ciddi başarılar da elde edildi.
Sonuç itibarıyla Türkiye’nin desteklediği Suriye Millî Ordusu ile HTŞ, büyük bir zafer elde etti. Yaptıkları açıklamalar da gayet makul; herkesin mal ve can güvenliğinin korunacağı yönünde. Bu da gösteriyor ki bu yaklaşımı sürdürenler, devlet yönetebilirler.
Bir örnek vermek gerekirse, Sahil Tümeni Komutanı Yarbay Tarık Solak, Lazkiye’nin kuzeyindeki Ermenilerle buluşarak “Biz Osmanlı torunlarıyız. Emevi’nin, Abbasi’nin torunlarıyız. Emin ellerdesiniz.” diyor. İşte bu yaklaşım, kimseyi ayrıştırmadan ülke yönetme iradesini ortaya koyuyor.
Suriye olayları Türkiye’yi nasıl etkiler?
Suriye’deki gelişmelerin Türkiye’yi olumlu yönde etkileyeceği muhakkak. Elbette, Suriye’deki muhaliflerin önünde daha uzun bir yol var. Ancak gelişmeler umutlu olmak için yeterli.
Öncelikle Suriyelilerin ülkelerine geri döndüklerini görüyoruz. Ülkemizdeki Suriyelilerin yüzde 68’i bir iş yerinde çalışarak geçimini sağlıyordu. Üstelik vatandaşlarımızın çalışmaktan kaçındığı ağır işlerde çalışıyorlardı. Bu durum, tarım ve sanayi sektöründe bazı işletmeleri olumsuz etkileyebilir. Ancak bu süreç, zamanla dengeye oturacaktır.
PKK terör örgütü Münbiç’ten atıldığı gibi Ayn El Arab ve Kamışlı gibi yerlerden de temizlenirse gerçek anlamda PKK’nın bittiğini görebiliriz. Tüm unsurlarıyla PKK/PYD’nin yok olacağına inanıyorum.
Elbette emperyalist ülkeler, başta ABD olmak üzere PKK’dan hemen vazgeçmeyeceklerdir. Ancak onlar için de sonun yakın olduğunu unutmamak gerekiyor.
Suriyeli düşmanlığı dışında siyaset üretemeyenler için de sonun yaklaştığını söylemek mümkün. Bu süreç, aynı zamanda Saadet Partisi ve Yeniden Refah Partisi’nin aslında İrancı bir çizgide olduklarını ve Milli Görüş çizgisinde olmadıklarını da ortaya koydu.
Türkiye, Erdoğan’ın liderliğiyle artık sadece “oyun bozucu” değil, aynı zamanda “oyun kurucu” bir ülke olduğunu da göstermiştir.