Türkiye’nin Küresel Misyon Kurumları

Okuduğunuz Yazı
Türkiye’nin Küresel Misyon Kurumları

İçerik

2009 yılında, İHH ile birlikte Sudan’ın ikinci büyük kenti olan Niyala bölgesine yardım için gitmiştik. Heyette Hürriyet gazetesinden Ersin Kalkan ve birçok sivil toplum örgütünde aktif görevli olan Anadolu Ajansı çalışanı Abdullah Zerrar da vardı. Kurban Bayramı namazı bir stadyumda kılındı. Sünnet olduğu üzere Afrika’da hala bayram namazlarını toplu kılan yerler var. Türkiye’den gelenler hariç, Niyala halkı beyaz giysiler içerisinde namaza durmuştu. Olağanüstü güzel bir atmosfer oluşmuştu.

Türkiye’den 10 yardım kuruluşu Niyala’ya gelmişti. Namaz sonrası bütün yardım gönüllülerini bir araya getirerek toplu resim çekimi organize etmiştim. Deniz Feneri, İHH Yardımeli Derneği, Aziz Mahmut Hüdayi Vakfı adına gelenler, Avrupa Milli Görüş’ten Hasene Vakfı ve birçok kuruluşun yanı sıra Kimse Yok Mu Derneği de neler olup bittiğini takip etmek için sahnede yerlerini almışlardı.

Bir bayram sabahı, dünyanın öbür ucunda yüzlerce yardım gönüllüsünü Niyala’da görünce «Türkiye yardım kuruluşları eliyle küreselleşiyor» diye bir yazı yayınlamıştım.

O yıllarda, Türkiye’nin misyon adımları hakkında sadece TİKA’nın faaliyetleri yavaş yavaş kendini gösteriyordu. Afrika’nın bir ülkesinde Osmanlı’dan kalma tarihi bir cami onarımı, bir başka ülkede bir külliye; örneğin Balkanlar’da Kosova’nın ikinci büyük kenti olan Prizren’de Sinan Paşa Camii’nin onarılarak hizmete açılması gibi. Bugünlerde TİKA, Avrupa Birliği projelerine benzer birçok faaliyet göstermektedir.

Bugün Türkiye’nin TİKA, MAARİF, Yunus Emre Enstitüsü ve Yurtdışı Türkler ve Akraba Topluluklar Başkanlığı (YTP) gibi oldukça etkili misyon kurumları var. Her biri ayrı ayrı konuşmaya ve yazmaya değer. Bu yazıda MAARİF Vakfı hakkında birkaç kelam edelim.

15 Temmuz darbe girişimi döneminde, FETÖ’nün bir casus şebekesi ve CIA adına Türkiye’de ve dünyada varlık gösterdiği iyice anlaşıldıktan sonra, Türkiye’de bu terör örgütü yasaklı örgüt ilan edilip terör örgütü muamelesi gördüğü dönemde, yurt dışındaki varlığı daha çok Türk okulları üzerinde devam ediyordu.

Devlet adına dünyada bir etkinlik başlatılacağı zaman görev alacaklar için korku çok yüksekti. Nasıl olmasın ki; adamlar bir paralel terör devleti kuracak kadar güçlenmiş, devletin bütün imkânlarını kullanarak tutuklamadan cinayete ve tehditlere kadar neler yaptıklarını bilmeyen yoktu.

17-25 Aralık sürecinde, bugünkü Milli Eğitim Bakanı Prof. Yusuf Tekin müsteşar olarak atandığında ne tür tehditlerle karşı karşıya olduğunun bizzat şahidiyim. O dönemde durumun ne olacağı belli olmadığından dolayı kimse FETÖ’ye dokunmak istemiyordu. Ancak bu hain yapının kökünü bilen, milli duruşa sahip ve şartlar ne olursa olsun bu yapının tehlikeli ve hain olduğuna inanan kişiler bu dönemde tavır koyabildiler.

Hatta Gezi ve 17-25 Aralık dönemle-rinde misyon sahibi insanlar daha çok Erdoğan’ın yanında dururken, siyaseti merkeze alanlar çaktırmadan bir mesafe koymuşlardı. Kaderin cilvesine bakın ki, darbe gecesi Erdoğan’ın ölümün üzerine yürümesinden dolayı. Darbe sonrası yaptığımız bir araştırmada, “Erdoğan’ın darbe gecesi tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?” sorusuna karşılık %95 olumlu buluyorum cevabı verilmişti.

2002 yılından bugüne kadar Türkiye’de Erdoğan liderliğinde büyük bir devrim olduğuna inananlardanım. Muhalefetin bu ülkeye çivi çakmadan bazı konularda baskın çıkmasına da zaman zaman öfkelenen bir tutumum var. Sorun, Erdoğan’ın vizyon ve devrimlerinin siyaset ve bürokraside, hatta akademide yeteri kadar özümsenmemesi ile ilgili olduğunu düşünüyorum.

Maarif Vakfı’nın hem vakıf misyonu hem de vakıf mütevelli heyet başkanı Prof. Birol Akgün’ün vizyonu, tam da Türkiye Yüzyılı misyonuna uygun düşüyor. Siyaset bilimi ve dış politika alanında hatırı sayılır bir müktesebata sahip olan Akgün, SDE başkanlığı döneminde siyaset, akademi ve medya alanında yüzlerce aktörle birlikte çalışarak Türkiye siyasetinin konuşulmasına ve tartışılmasına anlam katmıştır.

Bugün, Maarif Vakfı’nın dünyanın dört bir yanında 50.000 öğrencisi ve Türkiye misyonunun taşıyıcısı binlerce yönetici ve öğretmeni var.

Vakfın kuruluş günlerinde herkes terör örgütünün gücünden bahsederken bir ifade kullanmıştım: “Bir örgüt ile devlet arasındaki mücadelede eninde sonunda devlet galip gelir, yeter ki misyon sahibi insanlar rol üstlensin ve korkusuzca mücadele etsinler.”

Bugün bu mücadele başarılmış gözüküyor. Maarif Vakfı’nın bir programında, Kamerun’da bir Müslüman topluluğun temsilcisi ile görüşmüştük. “Ailenizin İstanbul’la bağı var mıydı?” diye sordum. “Osmanlı Devleti Müslümanların tek temsilcisi olduğu için elbette ki vardı. Hatta bizim Kur’an-ı Kerimlerimiz İstanbul’dan gelirdi. Biz Kur’an’a yemin ederken ‘İstanbul kitabına yemin olsun ki’ diye yemin ederiz,” dedi.

Eğitim kalitesi, ilgili ülkedeki yabancı okullarla yarışan Maarif Vakfı, Türkiye’nin bir misyon temsilcisi olarak görevini yerine getirmektedir. TİKA ile başlayan bu serüven, devlet kurumları ve STK etkinliği ile devam ediyor.

Bu nüfuz genişlemesi, Batılı devletlerin genişlemesine çok benziyor; bir farkla, sömürge zihniyeti yerine ilgili ülkelerin menfaatini Türkiye’nin menfaatine eşit tutarak, adalet ve merhametle…

 

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
İhsan Aktaş