Türkiye’yi de ne çok severlermiş meğer!
ABD ve Avrupa medyasında gün geçmiyor ki Türkiye’nin “yeniden batı ailesine katılması” için bir çağrı yayınlanmasın. Hepsinde aynı terane: Bizim idealleştirdiğimiz bir Türkiye vardı. Erdoğan geldi, o Türkiye’yi batıdan uzaklaştırdı; İslamcı kuşağa yanaştırdı. Biz eski Türkiye’yi istiyoruz.
Bir kere bu rasyonel, bu akıl yürütme tarzı hatalı. Türkiye bir yere gitmiş değil. Türkiye gemisi hala batı limanına demir atmış ve halatı NATO iskelesine bağlı.
Ama Türkiye artık PKK ile mücadelesinde kullanmasını önlemek için mermileri sayarak verdikleri “ortak” değil. Sattığınız insansız hava araçları, Ankara’dan önce Tel Aviv’e ve Washington’a rapor veriyordu; artık vermiyor. Çünkü Türkiye İHA’sını, SİHA’sını kendisi yapıyor.
Bu tür makalelerden bir sonuncusunda, Türkiye’nin batı ittifakına kabulü için bir dizi şart sıralanıyordu; maddelerden biri de Rusya’dan alınan S-400 hava savunma sistemlerinin geri verilmesiydi. Türkiye’nin bu tedarik kararı kınanırken bir de gerçek olmayan ifadeye yer veriliyordu: Güya Türkiye alternatif batı sistemleri yerine Rus sistemini tercih etmiş! Oysa Türkiye iki yıla yakın Patriot için ABD’nin kapısında bekledi; ama ret cevabı aldı. Hava savunma sisteminiz ya vardır ya yoktur. Savunma sistemlerinin ne zaman gerekli olacağı bilinmez; ayrıca var olmaları illa kullanılmak için değil, caydırıcı rol oynamalarını sağlamak içindir. Türkiye’nin yolunu gözleyen ve aynı zamanda akıl öğretenlerin, bu çağrılarında ve tavsiyelerinde Türkiye’nin çıkarlarını gözetmedikleri açıkça bellidir.
Ancak bu çağrıların son zamanlarda, özellikle 20 Şubat 2022’den bu yana arttığını görüyoruz. Bu tarih, çağımızın en becerikli devlet adamlarından Vladimir Putin’in sonunu görmeden ve neden içine çekildiğini anlamadan savaş delisi bir Napolyon edasıyla Ukrayna deryasına daldığı tarihtir. Bu tarih ayrıca, ABD ve bazı AB üyelerinin Büyük Rusya ve Çin Harekatı’nın düğmesine bastığı tarihtir.
Bu satırları çok yazdım; belki bir çok kişi için sıradan bir komplo teorisinin tekrarı gibi geliyor olabilir. Ama özellikle tahıl koridorunu, Ukrayna’ya nakit kapısına çevirmek için Karadeniz çevresindeki bazı ülkelerin karasularından ve kıta sahanlıklarından geçen gemileri İngiliz Hava Kuvvetleri’nin koruyacağı açıklamasını hatırlayalım. Bu gelişme, yukarıdaki ifadelerimin, peşinen verilmiş bir kıyamet beklentisi olmadığını ortaya koyuyor.
Karasuyu, kıta sahanlığı dediğiniz şeyler millerle ölçülür ve bu millerin yanlış hesaplaması veya yanlış hesapladığının iddia edilmesi çok kolaydır. Böyle bir “hata” veya hata iddiası, NATO’yu tümüyle değilse bile örneğin İngiltere’yi ve örneğin koruduğu bir Romanya’yı veya Bulgaristan’ı, Rusya’ya karşı savaşa sokmak demektir.
Böyle bir durumda, Montrö Sözleşmesi’ni uygulayarak Karadeniz’i sahildar olmayan ülkelerin donanmalarına kapatmış olan Türkiye’nin tavrı önem taşıyacaktır. Türkiye bu durumda, sözünü ettiğim makale yazarlarının ideallerindeki ülke gibi mi davranacaktır (ki bunu Alman gemilerinin Osmanlı sancağı çekerek Rus limanlarına saldırmasını fark edemeyen İttihat Terakki gibi düşünebilirsiniz), yoksa Yeni Türkiye gibi mi?
Dilerim bu soruya cevap aramak zorunda kalmayız…