Ya tahammül ya sefer

Okuduğunuz Yazı
Ya tahammül ya sefer

İçerik

Çocuk yaşta okumuştum Mustafa Kutlu’nun hikâye kitabını. İstanbul’da üniversite okuyan iki dindar genç yayınevi kuruyor. Bir taraftan idealist yayınlar yapmaya çalışırken bir ara geçim sıkıntısı yüzünden ‘acaba birçok yayınevi gibi yemek kitabı basarak bu hayat gailesini halledebilir miyiz’ diye düşünmüşler.

İslamcı, muhafazakâr idealist gençlerin bu tereddütlü hali bir yönüyle ideal ve inançlarla maddeye meyletme arasındaki tereddüt halini yansıtıyordu. Aklettiğim kadarıyla ilk insandan bugüne kadar Âdemoğlunun ikilemi, vicdanlardaki gelgitleri ortaya koyması bakımından ömür boyu unutamadığım bir satırdı.

Dava kelimesi o dönemlerde en geniş anlamıyla kullanılıyordu. Bu millet imparatorluğu kaybetmişti ve elinde hamasetten başka bir şey kalmamıştı. Kendi tarihine, dinine, kültürüne düşman olan aydınlarımız ve yöneticilerimiz, sömürgeye uğramış Afrika ülke elitleri gibi Birinci Dünya Savaşında topraklarımızı işgal eden ülkelere bağımlı hale gelmişti.

Emperyalistlerin kültürü ve yönetimi benimsenmekle kalmamış, bu milletin kendine ait olana da savaş açılmıştı.

Tek parti dönemi uygulamalarını ailelerimizden dinlediğimiz gibi, dava adamı olan büyüklerimizden de dinledik. Üniversite yıllarında geniş okumalarla tetkik imkânı bulduk.

Batıcılık rüzgarı amansız bir şekilde Türk toplumunu kasıp kavurmuş, Batılı devletlerin kültür emperyalizmi çabalarına bizdeki yöneticilerin jakoben, halk düşmanı, tarih düşmanı ve din karşıtı tutumları da eklenince mesele Anadolu insanı için daha da çekilmez hale gelmişti.

Türk milletinin çoğunluğunu temsil eden dindar, muhafazakâr Anadolu insanları devletten kovulmuş, akademiden kovulmuş, servetten mahrum bırakılmış, kırsala mahkûm edilmiş üçüncü sınıf vatandaş seviyesine indirgenmişti.

İsmet İnönü’nün asker ailelerine yaptığı bir konuşmada “Batı’dan gelen her türlü tesire açık olacağız ve içerden gelen (din-tarih-kültür) her etkiye kapalı olacağız. Çünkü içerden gelen etkiyi kesmek istediğiniz gün kesemezsiniz.” Sanki dışardan gelen etkiyi kesmek gibi bir niyetimiz varmış gibi konuşmuş İnönü.

Gadre uğramış Anadolu insanının bilincinde saklı tuttuğu bir büyük millet hayali ve elindeki oy yetkisinden başka hiçbir şeyi yoktu.

Adnan Menderes iktidarı bu millete tek parti ceberut yönetimi dışında bir hayat imkanının varlığını gösterdi. Çok partili hayata geçince Anadolu insanının oyu ve tercihi daha kıymetli hale geldi. 1970’li yılların çalkantılı günleri ve Milli Selamet Partisi’nin (MSP) fikirlerini ortaya koyması bakımından önemliydi.

MSP’den bugüne kadar gelen çizginin özü birkaç cümleyle özetlenebilir:

* Bu millet büyük bir millet. Büyük bir tarih yazmış ve medeniyet kurmuş bir millettir. Bugün olduğu gibi Avrupa devletlerine köle olmaya mahkûm değiliz.

* Bizim tarihi, dini, kültürel değerlerimizde bir sorun yoktur. Hâlâ yeryüzündeki en sağlam dini, kültürel ve yekta medeniyet değerlerine sahibiz. Bu Batı ile mukayese kabul etmez.

* Geri kalmışlık kader değil, bizim ferdi zihinsel ve devlet yapımızdan kaynaklı aymazlıkların neticesidir.

* Bilim, teknoloji, gelişme, kalkınma bizim için mümkündür. Yeter ki müstemleke ve sömürüye açık zihinlerden kurtulalım.

Bir yönüyle geleneksel İslamcılık düşüncesinden Erbakan’ın iddialı hale getirdiği siyasetin bazı başlıkları bunlardı. Devlet aygıtı sanki Anadolu insanının elindeki bütün değerleri baskılamak için kurulmuştu.

MSP, Refah Partisi ve 22 yıldır iktidarda olan AK Parti, 1970’li yılarda Erbakan hocamızın bu ülke için ortaya koyduğu hedeflerin ve gadre uğramış Anadolu insanının ne kadar talebi varsa hepsi hayat buldu.

Geriye bakınca 50 yıllık mücadelenin acıları, ıstırapları, milleti topyekûn tehdit eden darbe girişimleri içinde milyonlarca kişisel hikâye barındıran bir geçmiş…

Bu milletin öncü siyasileri birliyorlardı ki bu mücadele salt zalim rejimle yapılan mücadele değildi. Asıl onların arkasında görünen ya da görünmez olan emperyalizm ile mücadele idi.

Türkiye son on yıldır doğrudan kendi gücünü tahkim ederek dünya sahnesine çıktı. Batılı devletlerin içten içe gerilediği bir dönemde kendi tarihi, kendi dini, kendi kültürel müktesebatı ve gücüyle küresel rekabet aşamasına geçti.

Ceberut rejimle mücadeleden küresel mücadeleye geçme aşamasında bazı derin sorunlar var. Kendini birinci mücadeleye adamış olanların bir kısmı yeni duruma adapte olamıyor. Diğer taraftan kitlede bir asabiyet kaybı var. Değer aşınması başlı başına bir problem.

Türkiye’deki muhafazakâr-milliyetçi ve İslamcıların siyaset üreterek halkoyuna yaslanmaktan başka bir lüksleri yok. Arkamızda ne Batı var ne büyük servetler ne de karanlık güç odakları.

Dava adamı olarak ya millet menfaatini önceleyerek var olmaya devam edeceğiz. Ya da yemek tarifi kitabı basmak durumunda kalacağız

Erdoğan yüzyıllık geçmiş ve yüzyıllık gelecek arasında bir köprü kurdu. Dava dediğimiz ideallerden vazgeçmedi. Geçmişi unutmadan gelecekten umutlu olarak iyi insanlarla asırlık bir sefer hayali kurmak hâlâ mümkün.

 

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
İhsan Aktaş