Batı’nın ikiyüzlü insan hakları söylemi ve ahlâkî çürüme
İnsan hakları, hiçbir ayrım göz etmeksizin tüm insanların başta yaşama hakkı olmak üzere gıdaya ve suya erişim hakkı, barınma hakkı, mülkiyet hakkı, düşünce ve ifade hürriyeti gibi insanın hür iradesiyle güvenle var olmasını sağlayacak çeşitli temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını içerir. Savaşlar söz konusu olduğunda insan hakları, başta çocuklar, kadınlar ve yaşlılar olmak üzere sivillerin korunmasını ve savaş hukuku kurallarının işletilmesini emreder.
Bugün İsrail’de Siyonistlerin Filistinlilere karşı uyguladığı katliamlar ve soykırım karşısında Batılı devletlerin takındıkları tavır, şimdiye kadar gür bir sesle dillendirdikleri insan hakları söylemlerinin ne denli iki yüzlü bir söylem olduğunu ortaya koymaktadır. Katledilen binlerce masum Filistinli karşısında sessiz kalan Batının değerler sisteminin içinin ne denli boş olduğu, ahlaki bir çürümenin bu sisteminin köklerinden geldiği anlaşılmaktadır.
Son yirmi yıldır açık bir cezaevine dönüştürülmüş bir şehirde köşeye sıkıştırılmış Filistin halkı, savaş bahanesiyle sistematik bir şekilde katlediliyor. Son bir ayda dört binin üzerinde çocuk katleden İsrail Devleti, dünya kamuoyunun gözü önünde hastaneleri, okulları, camileri, kiliseleri, mülteci kamplarını bombalıyor. Siyonistler, yaralıları taşıyan ambulanslardan kendi çağrılarıyla yola çıkan sivil konvoylara kadar Filistin halkını bir bütün olarak yok etmeyi amaçlıyor.
İsrail, savunmasız Filistinli sivilleri gelişmiş bombalar, füzeler ve uçaklarla katletmekle kalmıyor, aynı zamanda kullanılması uluslararası savaş hukuku tarafından savaş suçu olarak tanımlanmış fosfor bombalarıyla bir soykırım gerçekleştiriyor.
Peki bu soykırım karşısında insanlığın bugüne kadar geliştirdiği değerler sistemi nerede? Birleşmiş Milletler ne yapıyor? İnsan hakları alanında faaliyet gösteren uluslararası kurumlar nerede? Dünyanın jandarmalığına soyunmuş, sözüm ona medeniyetin temsilcileri olduğunu söyleyen Batılı devletler ne yapıyor?
İsrail’in Filistin’de sürdürdüğü soykırım karşısında uluslararası politikanın hegemonik güçleri olan Amerika Birleşik Devletleri, İngiltere, Fransa ve Almanya bırakın sözde bir kınamada bulunmayı, İsrail’i destekliyor. Anlaşılan o ki bu ülkelerin liderleri Siyonistlerin köleleri hâline gelmiş durumda.
Afrika’da, Latin Amerika’da, Asya’da, Ortadoğu’da başka ülkeleri insan haklarını ihlal etmekle suçlayan Batılı devletler, İsrail’in sivil katliamları karşısında kınamada dahi bulunmuyor, bir ateşkes çağrısı yapmayı akıllarından bile geçirmiyor. Artık Batılı devletlerin foyası meydana çıkmıştır.
Belki de Batılılar için Filistinliler insan değildir. Filistinlilerin “yarı insan, yarı hayvan” olduğunu ilan edip katledilmelerinin insan haklarına aykırı olmayacağını ima eden İsrail Savunma Bakanı gibi düşünüyor olmalılar. Tıpkı eski Yunan ve Roma’da sitenin dışında yaşayan insanlar her türlü insan haklarından mahrum barbarlar olarak görüldüğü gibi Filistinliler de Batı medeniyetinin dışında kalmış görünüyor.
Batı dışındaki ülkelerin adaletsizliğin, vahşi orman kanunlarının geçerli olduğu gayri-medeni topraklar hâline getirilmesinin sürdürülme imkânı yoktur. Ya Batılı devletler, iki yüzlü insan hakları söylemlerini terk edip ahlaki çürümelerine bir dur diyecekler ya da dünya kan gölüne dönecek.
Şimdilik İsrail’in işlemekte olduğu soykırım küresel finans gücü ve medya tekeliyle bir miktar dünya kamuoyundan saklanabiliyor. Fakat tarihe kanlı harflerle yazılan bu vahşet, insanlık yaşadığı müddetçe unutulmayacak ve kıyamete kadar hatırlanacak.
Aslında Batının ahlaki çürümüşlüğünün köklerine kadar uzandığı anlaşılıyor. Batı fikriyatının kökenlerini oluşturan eski Yunanda köleler değil, aynı zamanda bir sitenin vatandaşı olmayanlar her türlü insan haklarından mahrum “yarı insan, yarı hayvanlar” olarak muamele görüyordu. Bu site içi ve dışı anlayışın devam ettiği eski Roma’da Yahudiler, büyük sürgünlerle ve trajedilerle karşı karşıya kalmıştı.
Orta çağ Avrupa’sında yalnızca Hristiyanlar birinci sınıf vatandaşlar olarak kabul edilmiş, Yahudiler çarşıya alınsalar da gettolarda yaşamaya mahkûm edilmişlerdi. Yüzyıllar boyunca Yahudiler, Avrupa’da yarı hayvan, yarı insan olarak yaşamak zorunda kalmışlardı.
Avrupa başkentlerinde bütün kötülüklerin, hastalıkların, maddi ve manevi tüm salgınların Yahudilerden kaynaklandığına inanılıyordu. Bu sebepten dolayı da Yahudiler, Avrupa’da cüzzamlı insan muamelesi görüyordu. Nihayetinde bu Yahudi düşmanlığı Almanya’da doruğuna ulaşmış, İkinci Dünya Savaşı sırasında milyonlarca Yahudi Naziler tarafından soykırıma uğramıştır. Elbette Batılı devletler, Avrupa’daki bin yıllık Yahudi düşmanlığının üstünü örterek bütün suçu Nazilere atmak konusunda başarılı oldu.
1917’de İngiltere Parlamentosundan çıkan Balfour Deklarasyonu ile Filistinlilere bir manda devleti hazırlanırken uzun vadede amaç Siyonist bir devlet kurmaktı. Parlamentoda yapılan tartışmada Hindistan kökenli anti-Siyonist bir Yahudi, insanların kendi kaderlerini tayin etme hakkından bahsederek Wilson prensiplerini anımsattığında Balfour, bu kişiye cevaben başta self-determinizm olmak üzere tüm insan haklarının yalnızca Batılılar için geçerli olduğunu ifade etmiştir.
O hâlde eski Yunan’dan bugünkü Siyonistlerin gerçekleştirdiği soykırıma kadar Batının insan hakları söyleminin iki yüzlü doğasının değişmediği anlaşılıyor. Batılı devletlerin amacı, kendi sömürgeciliklerini ilerletmek ve ahlaki değerlerini yalnızca kendileri için savunmaktan ibaret.