Paramatik siyaset imitasyonunun sistematiği ve abes bir kıyas

Okuduğunuz Yazı
Paramatik siyaset imitasyonunun sistematiği ve abes bir kıyas

İçerik

AK Parti ve lideri Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, 2011 yılından itibaren Türkiye’nin iç ve dış siyasetinin rotasını değiştirdiğinde sürecin sancılı geçeceğini kuşkusuz biliyordu. Kırılgan bir coğrafyada yer alan, her tarafında sorunlu ve bizimle sorun yaşayan ülkelerle çevrili olan Türkiye’nin bu rota değişikliğinde, dış siyaset belirleyici rol aldı.

Seçilen yeni yol, “müttefikimiz” Batı için sürpriz oldu.

Çünkü ilişkilerimizi bu tarihe kadar çok sıkı yürüttüğümüz Batı(ABD-AB), Türkiye’yi periferisindeki ülkelerle birlikte sınır değişiklikleri dâhil olmak üzere yeniden dizayn etmek istiyordu. Ancak elinde enstrüman olarak gördüğü Erdoğan’ın aslında farklı bir ajandaya sahip olduğunu öğrendiğinde onu “kontrol edilemez” diye tanımlayıp, içeriden çıkardığı karışıklıklarla yıkmaya çalıştı.

AK Parti iktidarının ve süreç içinde Cumhur İttifakı’nın, darbeler, yargı operasyonları, kapatma davaları, muhtıralar, Gezi vandalizmi benzeri iç karışıklıklar, bombalama eylemleri, terör, suikastlar; başına gelmeyen kalmadı.

Tüm bu badireleri atlatmak her iktidarın kolaylıkla baş edebileceği şeyler değildi. Avrupa’daki herhangi bir ülkenin iktidar partisinin, ülkemizde Erdoğan ve iktidarının maruz kaldığı saldırıların onda birini yaşasaydı, bugün siyaset sahnesinde esamisi okunmazdı.

Evet, Erdoğan 2016 yılındaki FETÖ’cü darbe girişiminden sonra ülkedeki ulusalcı, milliyetçi ve Atatürkçü kesimlerle daha sıkı bir diyalog içine girerek, liberal Batı ile onların ülkemizdeki uzantılarından tamamen koptu.

Oysa aynı Erdoğan, iktidara geliş sürecinde bir medeniyet projesi olarak tanımlanan Avrupa Birliği’nin ortaya koyduğu ilkeler bütününe yürekten bağlanmıştı.

Desteklendi, hatta ülkemizdeki Avrasyacı baskın askeri vesayet tehdidine karşı Erdoğan’ın  yanında duruldu. AB ve ABD’nin  tutumu sebebiyle Erdoğan’la partisini iş dünyası da benimsedi.

Tüm bu gelişmelerin Tayyip Erdoğan’ın elini güçlendirdiği doğru.

Ama süreç içinde görüldü ki AB’nin niyeti Türkiye’yi oyalamaktan öte bir şey değildi. Fasıl üstüne fasıl, bitmek bilmeyen müzakereler ve ırkçı gerekçeler… 

Hele o kabul edilemez geri kabul anlaşmasıyla dayatılan 72 kriter yok mu? Hepsini yerine getirdi Türkiye ama nafile. Terörle Mücadele Yasası ile “Yerel yönetim şartı” nda tıkandı kaldı. Amaç belliydi. Türkiye’ye uzattıkları AB maması ile hayallerindeki o büyük“Kürdistan devleti” nin Türkiye ayağını, topraklarımız üzerinde özerkliğe razı edilerek başlayan süreçle inşa etmek.

Bunun için FETÖ’yü, PKK’yı ve siyasal uzantılarını, CHP’yi, İyi Parti’yi kullandılar.

Tüm bunları neden anlattım?

Hürriyet Yazarı Abdülkadir Selvi önceki günkü yazısında, Ekrem İmamoğlu’nun, iş dünyasının içinde yeraldığı ekonomik konsey ile iç ve dış küresel karar vericilerden oluşan siyasi konseyden müteşekkil bir SİSTEM kurduğunu yazıyordu. Sistem anahtar kelime sanki. İtirafçı işadamları her yaptıkları işin hak edişlerini almak istediklerinde kendilerini Ertan Yıldız ve Fatih Keleş’in karşısında buluyorlardı. Söylenen hep aynıydı:

“SİSTEM böyle. Paranı almak istiyorsan vermelisin”

Tıpkı son itirafçı Sarılar İnşaat’ın sahibi Ahmet Sarı’nın anlattığı gibi:

“2022’nin sonlarına doğru bir sekreter tarafından İBB Spor Kulübü Başkanı Fatih Keleş ve İBB İştirakler ve Bağlı Kuruluşlar Komisyonu Başkanı Ertan Yıldız ile görüşmek üzere Bakırköy’de bulunan İBB Ek Hizmet Binası’nın beşinci katına davet edildim. Keleş ile Yıldız bana ‘para vermeden alacaklarımı tahsil edemeyeceğimi’ söylediler. Bana, ‘Burada bir SİSTEM işliyor, bu paraların bu sistem için gerekli’ dediler.”

Şimdi bakıyorum Ekrem İmamoğlu’na iman eden fonlanmış eski sol kemalistler, yukarıda anlattığım üzere geçmişte Tayyip Erdoğan’ın da iş dünyasının ve küresel sistemin desteğini aldığını yazıyorlar imalarda bulunarak.

Doğru, aldı.

Ama…

Erdoğan onlarla Türkiye’yi satış pazarlığı yapmadı. Amacı ülkemizi bir medeniyet projesi olarak görülen AB’ye sokarak güçlendirmek, kalkındırmaktı. Tüm bunların ötesinde demokrasinin inşasında Erdoğan ve AK Parti iktidarının attığı devasa adımları inkar edenler çarpılır. Yazmayalım sayfalar tutar.

Erdoğan iktidara gelmek için bir hırsızlık çetesi kurmadı.

Başkanı olduğu belediyeyi dolandırıp iş yaptırdığı işadamlarını donuna kadar soymadı.

Başkanı olduğu sürece İstanbul’un temel sorunlarının çözümünde çok önemli adımlar attı.

Erdoğan kendi partisine kumpas kurup delege satın almadı. Partisinin genel kurulunda centilmence yarıştı ve ideolojik mücadele verdi. Kaybedince ayrılmadı. Partisi kapatılınca AK Parti’yi kurdu.

Erdoğan iktidara gelince ne askeri vesayete ne de Batı’ya teslim olmadı. Onurlu ve dik bir duruşla Batı’lı liderleri kendisine saygı göstermeye mecbur bıraktı. Ülkemizi küresel bir aktör haline getirdi.

Gelinen noktada bu apaçık görülmekte.

Aslında böyle bir kıyas zaten abes.

Güç zehirlenmesiyle kendini her türlü ahlaki normdan azade tutan, tek ideolojisi para ve iktidarı ele geçirmek olan, vatan kavramının anlamını kesinlikle bilmeyen cahil ama aynı zamanda küstah bir profilin tam tersidir Tayyip Erdoğan.

Kısa bir tarih okuması bile geçmişteki siyaset imitasyonlarının nasıl kalp para gibi imha edildiğini bize anlatır.

Kurduğu paramatik sistematiği gözümüzün içine sokarak ülke satın almaya kalkan, babasının gen haritasından kopyalanmış arsız iştahıyla alemi sersem kendini akıllı sanan karakterler yabancımız değil.

Kimse, bize kimseyi Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan ile eşitleyip mukayese ederek pazarlamaya kalkışmasın. Fason ve üretim hatalı ürünlerin son kullanma tarihi bile yoktur, doğrudan çöpe giderler; tarihin çöplüğüne.

Ortada bir siyasi mücadele yok.

Siyasi rakip de yok.

Ama yolsuzluk, rüşvet, irtikap suçlamalarıyla yakında yargılanacak olan ve iddianameyle nasıl korkunç bir gerçekle karşılaşacağımızı az çok tahmin ettiğimiz, örgüt elebaşısı diye tanımlanan biri var.

Next…

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Fuat UĞUR