Edirne’den New York’a Ali Erbaş’ın hikâyesi
Yazıyı okuduğunuzda çok net göreceksiniz. Diyanet İşleri Başkanı Prof. Dr. Ali Erbaş kimler tarafından hedef alınıyor? Ve neden?
Dün, üniversite öğrencisiyken Edirne’de çocukları İmam Hatip’e yazdırdığı için karşısına dikilenlerle, bugün açılış duaları yaptığı, İslam’ın emirlerini hutbelerde yayınlattığı için isyan edenler aynı zihniyet.
Gündemi takip edenler bilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan heyetiyle birlikte Birleşmiş Milletler Genel Kurulu toplantısına katılmak üzere ABD’de bulunmakta.
Bu ziyaretin güzel bir sürprizi olarak da Türkevi’nin açılışını büyük bir sevinçle takip ettik. New York’un merkezinde, BM binasının karşısında, 36 katlı bir bina; Türkevi. Bu güzide yapı; ismi, kimliği ve yansıttığı mesajıyla ABD’deki Türklerin ortak evi olacak.
Bu önemli projenin açılışında Sayın Erbaş, Diyanet İşleri Başkanı sıfatıyla dua yaptı. Açılışta Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hemen yanında oturan BM Genel Sekreteri Guterres’in duaya saygısı ise gözden kaçmadı.
Binayı açan seçilmiş Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan. Hem de ABD’deki Müslümanları temsilen konuşma yapan İmam Siraj Wahhaj tarafından “Erdoğan Müslüman dünyasının lideridir” sözüne muhatap olmuş bir Cumhurbaşkanı. Duayı yapansa ikinci kez başkanlığa atanmış ülkenin en yetkin ilahiyatçılarından olan Ali Erbaş.
Duaya karşı çıkan kesim elbette ne yetkinliğe bakıyor ne de halkın ne dediğine.
Akılları gönüllü köleliğin tutsağı olmuş, kalemleri satılmış, bizden görünen içimizdeki yabancılar…
Duaya kem gözle bakan ayrık otlarını bir kenara bırakarak, sizlerle çok özel bir anekdotu paylaşacağım.
Sayın Ali Erbaş’ı ziyaretimden kayda aldığım bir yaşanmışlık hikâyesi. Hem de Sayın Başkanın dilinden… Bir İlahiyat öğrencisinin samimi gayretini okumak hepimize iyi gelecek. Dün Edirne, bugün New York… Zaman ve mekândan öte, irşad gayreti ve teslimiyet…
***
Şimdi Ali Erbaş Hocamızın dilinden hatırasını dinleyelim:
“Yıl 1981. İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü’ndeyken, birinci sınıfın son günleri Ramazanının başlangıcına denk gelmişti. Edirne müftüsü merhum İbrahim Koçaşlı her yıl Ramazan ayında enstitüden on öğrenciye Ramazan Hocalığı görevi verirmiş. İlim Yayma Yurdu’nda beraber kaldığımız üçüncü sınıftan Edirneli Süleyman Yalın ağabey, on öğrenci arasında beni de bu görev için seçti. Birlikte Edirne’ye gittik. Müftü efendi bizi makamında karşıladı. Herkesi bir köye görevlendirdi. Beni de kendi makam arabasına aldı, Hüseyin Top isimli bir vaiz de vardı arabada. Süloğlu ilçesinin Keramettin köyüne götürdü ve muhtar vekili birinci azaya beni teslim etti. ‘Size Ramazan Hocası getirdim, bir ay boyunca köyünüzde hocalık yapacak’ dedi. Köyde kurslarda yetişmiş bir imam vardı aslında ama müftü efendinin derdi hem bizim bir tür staj yapmamız hem de irşad faaliyetinde Ramazan ayını daha verimli geçirmek idi. Teravih öncesi vaaz ediyordum, teravih namazını da çoğu zaman ben kıldırıyordum. Gündüzleri saat 10.00 gibi haftada birkaç gün kadınlara vaaz ediyordum. Köyde evler birbirine çok yakındı, etrafında tarlalar vardı. Hem camiye gelemeyip evinde olanlar hem de tarlalarda çalışanlar da dinlesinler diye vaazımı minarenin hoparlöründen de veriyordum. Cemaat ilk zamanlar fazla değildi. Köyde beş kahvehane vardı. Bazen çıkıp kahvehaneleri dolaşıyordum. Nasihat ediyordum kendilerine. Çok saygı gösteriyorlardı. Kahvehanenin kapısından girer girmez görmeyeyim diye ellerindeki çay ve sigarayı masanın altına doğru saklıyorlardı. Ne güzel insanlardı onlar. İslam’ın temel ilkelerini hatırlatıcı ve içlerindeki Müslümanlık sevgisini harekete geçirici heyecanlı konuşmalar yapıyordum. Bu şekilde kahvehanelerin tamamını dolaşıyordum. Vaaz ve irşadımı sadece cami göreviyle sınırlı tutmuyordum. Sabahları ezandan önce minareden köylüyü namaza, ibadetlere teşvik edici kasideler okuyor ondan sonra ezana başlıyordum. ‘Uyan ey gözlerim gafletten uyan; Ömrün geldi geçiyor haberin var mı?’ kasidesini tiz bir sesle daha çok okuyordum. Bazen köylünün yüreğine dokunacak şekilde şiir yazıyor ve minareden sabah ezanı öncesi kaside olarak okuyordum. Gündüz köylülerden karşılaştığım bazı kişiler “hocam, okuduğun ilahiyi pencereyi açıp dinliyoruz, hanımla beraber gözyaşlarımızı tutamıyoruz” diyorlardı. İşte böylece namaza gelenlerin sayısı artmaya, cami dolup taşmaya başladı. Gündüzleri caminin bitişiğindeki bir salonda çocukları okutuyordum. Köylü bana soruyordu: ‘Hocam siz nerede okudunuz?’ diye. İmam Hatip Lisesini bitirdiğimi, sonra İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü birinci sınıfta okuduğumu söylüyordum. İmam hatip Lisesi ile ilgili pek bilgileri yoktu. Anlatmaya devam ettim. Sonra ‘Çocuklarınızı imam hatip lisesinde okutmak ister misiniz?’ diye sordum. ‘Elbette isteriz, senin gibi olurlar inşallah’ mealinde şeyler söylediler. O kadar sevindim ki, ilkokulu o yıl bitiren çocuklardan 10 kadarının velileri kabul ettiler, hemen hazırlıklara başladım. Kayıt şartları ile ilgili evrakları topladım. Önce diploma gerekiyordu ama henüz almamışlardı köydeki ilkokuldan. Okula gittim, idarecilere rica ettim, hazırladılar diplomalarını verdiler. Bir minibüs ayarladım, çocukları Süloğlu’na götürüp fotoğraflarını çektirdim. Zarf, pul gibi diğer tüm evraklarını temin ettim. Köye döndüğümde caminin imamı ‘Çocukları nereye götürdün?’ diye bana çıkıştı. Fotoğraf çektirmek için ilçeye götürdüğümü, Edirne İmam Hatip Lisesi’ne kayıtlarını yaptıracağımı söyledim. ‘Hoca sen çok olmaya başladın, nasıl böyle bir şey yaparsın?’ diye bağırdı. Ben de aynı şekilde yüksek sesle ‘Çocukların velilerinin rızasını aldım ve imam hatip lisesine yazdırmak için çalışıyorum, bunu da yapacağım inşallah’ dedim. Sonra her birisi için büyük birer zarf içine evraklarını koydum, üzerlerine çocukların isimlerini yazdım. Edirne’ye giderek İmam Hatip Lisesi’ne vardım ve idarecilerden çocukların kayıtlarını yapmalarını istedim. Henüz erken olduğunu, kayıtlara daha iki ay olduğunu söylediler. Ben de ‘Şimdilik gayriresmi olarak yapın, sonra resmiyete geçirirsiniz’ dedim. Yapamayacaklarını söylediler. ‘Ben ramazandan sonra köyden ayrılacağım, köyde zaten engel olmaya çalışan birisi de var, benden sonra kimse ilgilenmez ve bu iş kalır, bunun bütün vebali de sizin olur’ dedim. Benim ısrarıma daha fazla dayanamadılar ve tamam dediler. Kayıtlarını yaptılar. Böylece imam hatibin yolunu öğrenmiş oldular. Nitekim Ertesi sene de bu köyden Edirne İmam Hatip Lisesi’ne kayıt yaptıran çocuklar oldu. Bunlardan birisi şu an büyük bir ilimizin valisi. Keramettin köyünde ramazan ayını tamamladım, kalabalık bir cemaate bayram vaazını yaptım, namazını kıldırdım. Bayramlaştık ve köyden ayrılıp yaz tatili için memleketim Ordu’ya gittim.
2019 yılında tam 38 sene sonra Diyanet İşleri Başkanı olarak o köye gittim. Köylü caminin önündeki yolda metrelerce uzunlukta bir kalabalık halinde bizi karşıladı. Büyük bir heyecan içinde o günleri yâd ettik. İşte 40 sene önce yaşadığım bir hatıra.”
Ali Erbaş Hocamızın anısından çıkaracak ne çok mesaj var. Bu içten paylaşımının yayınlanması adına verdiği izinden dolayı Muhterem Hocamıza müteşekkirim.