Erdoğan olmasaydı provokasyonlar operasyona nasıl dönüşürdü?
Anıtkabir’de, “Kahrolsun Cumhuriyet, Şeriat Gelecek” diye bağırılması…
Atatürk rozeti ve Teğmenler’in tartışması…
Mustafa Kemal ve Şeyh Sait…
Arabistan’da futbol müsabakası ve Atatürk fotolu formalar…
Şehitler için yürüyüş ve “hilâfet” tartışmaları…
Yumruk atan bir genci siyasi partilerin sahiplenmesi…
Şeriat, Anayasa, Laiklik, Özerklik, Cumhuriyet tartışmaları…
Disney Plus, Atatürk filmini kaldırırken ses çıkarmayıp başka olaya kükreyenler…
Türk düşmanı Hollandalı siyasetçi Wilders’in güya Atatürk’ü sahiplenmesi ve mesajının sözde Atatürkçüler tarafından 16 milyonun üstünde görüntü alması…
Gerginlik!
Bu olayların hepsi sanki “tek merkezden yönetiliyor” havası veriyor.
Ortak kümede “hassasiyetler” var.
Ortak kümede “Mustafa Kemal” var.
“Şeriat” üzerinden İslam’a saldıranlar, “La İlahe İllallah, Muhammeden Rasulullah” sözü gibi bir Müslümanın en baştan söylemesi gereken “iman esasına” saldıranlar…
Ortak kümede “İslam” var.
Kaşıyorlar…!
Çok net söylüyorum: Eğer ülkenin başında Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı yukarıda saydığım provokasyonlardan sonra “kardeş kavgası” başlardı. Eğer Devlet Bahçeli ile “Kızılelma” idealinde yol ve dava arkadaşlığı olmasaydı her provokasyondan sonra huzurumuz kaçardı.
Anıtkabir, devlet kurucusunun mezarının olduğu yer!
Devlet kurucuları ve yöneticilerine “sevgi çerçevesinde” bakılmaz, onlara “saygı duymak” esastır.
Vahdettin Han’dan Mustafa Kemal’e, Bilge Kağan’dan Alpaslan’a kadar esas olan saygıdır.
Mezara gidip “talepte” bulunulmaz. Mezarlar ve türbeler “talep mekanı” değil, “hürmet ve ahde vefa” mekanlarıdır.
Ayrıca “Şeriat istiyorum” diye bir talep olmaz.
“Şeriat gelecek” diye bir temenni olmaz.
Şeriat zaten var.
Gerginlik!
Bu olayların hepsi sanki “tek merkezden yönetiliyor” havası veriyor.
Ortak kümede “hassasiyetler” var.
Kaşıyorlar…!
Çok net söylüyorum: Eğer ülkenin başında Recep Tayyip Erdoğan olmasaydı yukarıda saydığım provokasyonlardan sonra “kardeş kavgası” başlardı. Eğer Devlet Bahçeli ile “Kızılelma” idealinde yol ve dava arkadaşlığı olmasaydı her provokasyondan sonra huzurumuz kaçardı.
Anıtkabir, devlet kurucusunun mezarının olduğu yer!
Devlet kurucuları ve yöneticilerine “sevgi çerçevesinde” bakılmaz, onlara “saygı duymak” esastır.
Vahdettin Han’dan Mustafa Kemal’e, Bilge Kağan’dan Alpaslan’a kadar esas olan saygıdır.
Mezara gidip “talepte” bulunulmaz. Mezarlar ve türbeler “talep mekanı” değil, “hürmet ve ahde vefa” mekanlarıdır.
Ayrıca “Şeriat istiyorum” diye bir talep olmaz.
“Şeriat gelecek” diye bir temenni olmaz.
Şeriat zaten var.
Şeriat “istenen” bir olgu değil, “yaşanacak” bir hayat biçimidir ve seçenektir.
Adı konmamış ve tanımı yapılmamış “Şeriat” kavramı üzerinden Müslümanlar dövülmeye ve provoke edilmeye çalışılıyor.
Bugüne dek Suriyeliler üzerinden “Arap düşmanlığı ve ırkçılık” yapanlar için Fenerbahçe-Galatasaray maçının Suudi Arabistan’da “yapılamayıp iptal edilmesi” büyük fırsattı!
“Araplar, İstiklal marşımızı okutmadı. Araplar, Türk Bayrağı’nı açtırmadı” diye başlayan bir yalanlar serisi eğer maya tutmuş olsaydı neler yaşanırdı!
Maya tutmuyor, çünkü millet artık uyandı!
“İŞİN SİYASİ BOYUTLARI”
Tüm bunlarda bir ortak küme de “gerginlik” üzerinde birleşiyor.
“Gerginlik” siyaseten kimin işine yarar?
Cevabı vereyim: Sosyolojik gerginlikler “dağılmış siyasi yapıların” konsolide olup birleşmesi için kullanılabilir.
Türkiye siyasetinde en dağınık yapı şu anda CHP ve İyi Parti’nin hem kendi içlerinde hem de kendi aralarında vücut buluyor.
“SÜRECİN ZAMANLAMASI”
Tüm bu süreçler yerel seçimlere 3 aydan daha az vakit kala gerçekleşiyor, ancak bu sadece bir zaman dilimi ki esas mevzu başka!
Türkiye Devleti; “F16’lar verilmezse Eurofighter alırız, o da verilmezse kendi KAAN’ımızı yaparız” diyor.
Daha dün 34 İsrail Ajanı uzun süren takipten sonra yakalanıyor, üstelik sistemleri ve networkleri çökertilerek!
PKK’nın Suriye içinde kurduğu silah ve tedarik fabrikaları tek tek SİHA’lar tarafından yok ediliyor.
CHP Genel Başkanı ile beraber poz verdikten bir süre sonra DEM Parti Eş Genel Başkanı, “SİHA’ları durdurun” diye bağırıyor.
Türkiye’miz nihayet sınır içi ve sınır ötesinde terör belasından kurtuluyor.
Her provokasyonun gitmek istediği yerler var, süreci dikkatle okuyanlar bunu rahatça görebilir.
“FATİH ALTAYLI”
Görev yaptığı medya grubundan ayrıldıktan sonra konuşulmaya devam ediyor.
Acaba kendi gücüyle mi yoksa ardında destekçileri var mı? Bilmiyorum.
Ancak bir programda kendisine “Salak mısın?” diye sorulunca “Evet, salağım” diyerek kendini aşağılıyordu.
Altaylı’dan bahsederken ister istemez çukur seviyesine inmeniz gerekiyor. Aslında “çukur” bir seviye değildir, ama neylersin malzeme ortada!
Şehitlerimiz için yüzbinlerin dualarla yürüdüğü bir yerde cahil birisi maalesef vatandaşımıza yumruk atıyor. Olay çıkmıyor. Hatta yumruk yiyen abimiz “Affedebilirim, ama mesele ben değilim” diyor.
Böyle bir ortamda Fatih Altaylı, “Hilafeeeeet istiyorlar” diye körükleme yaptığı gibi “Eline sağlık” diye kime yazıldığı belli olmayan bir mesajı atıyor, ne hikmetse sonra da siliyor.
Altaylı, “Evet salağım” diyordu ya; hakikaten bozuk saat bile günde iki kez doğruyu gösterirmiş!
SON SÖZ: Topraklarında 5 vakit ezan okunan, ay yıldızlı al bayrağı göklerde dalgalanan Türkiye Cumhuriyeti Devleti Allah’ın izni ve milletin ferasetiyle ilelebet payidar kalacaktır. Bir gün dünyanın öncü ve lider ülkesi olduğunu da göreceğiz.