NASIL KISIRLAŞTIRILIYORUZ?

Okuduğunuz Yazı
NASIL KISIRLAŞTIRILIYORUZ?

İçerik

Nasıl kısırlaştırıldığımız konusunu mercek altına almaya devam ediyoruz! Bu konudaki üçüncü yazımıza başlamadan tekrar hatırlatmakta fayda var. Unutulmamalıdır ki, bir önceki yazımızda da üzerinde ısrarla durduğumuz gibi insanoğlunu kısırlaştırmanın en etkin silahı gıdalardır. Bu gerçeği kenar notu yapıp yolumuza devam edelim.

Geçtiğimiz yazımızda MISIR’ın ipliğini pazara çıkarmış ve onun ne menem bir tehlike olduğunu köşeye sığdırmaya çalışmıştım. O yazımın sonunda da bir başka gıda kılığına girmiş tehlikeyi bu bölümde masaya yatıracağıma söz vermiştim. Araya papaz kılığındaki Amerikalı casusumuz Brunson’un girmesiyle yoğunlaştık. Bu yoğunluk nedeniyle biraz gecikmişte olsam işte sözümün gereği başlıyorum.

Gıdalar içinde küresel aklın mısırdan sonraki en etkili silahı TAVUK’tur. Evet, yanlış okumadınız, bildiğimiz tavuk! Hani şu marketlerde, çeşitli markalarda ve benzer ambalajlarda satışa sunulan tavuk. Gıdanın atom bombası olarak da tanımlayabileceğimiz tavuk mutfaklarımıza çok hızlı bir giriş yaptı ve bir anda sofraların vazgeçilmezi haline geldi. Gördüğü bu talep de onu küresel akılın biyolojik savaşta mısırdan çok daha etkin ve yaygın olarak kullandığı bir silah haline gelmesini sağladı.

Şimdi hep birlikte mutfakların gözdesi tavuğun nasıl böylesi bir silaha dönüştüğünü anlamaya çalışalım. Evet, yaratanın kuluna lütuf olarak sunduğu sayısız nimetlerinden biri olan tavuk nasıl oldu da kul elinde atom bombasına dönüştü? Cevabı birlikte bulmaya çalışalım. Sakın endişeye kapılmayın, cevabı ararken sizleri öyle kimyasal formüllere, matematiksel denklemlere boğmayacağım. Sonuca kısa sorular ve bu kısa sorulara verilecek kısa cevaplarla gideceğiz. Giderken de öyle noktalardan yaklaşacağız ki, yoldan geçen Hasan efendi, evinde kaynatacağı kazanın derdine düşmüş Ayşe teyzem dâhil konuyu herkes anlayacak.

İşe işimizi kolaylaştıracak soruyla başlayalım.
Çiftliklerde tavuklar neyle besleniyor?
Bugün herhangi bir tavuk çiftliğine gidin. Orada bulunan yetkililere sadece şu soruyu sorun; “Tavukları ne ile besliyorsunuz?” Hangi ülkede olursanız olun, hangi çiftliğe giderseniz gidin, istisnasız alacağınız cevap her yerde aynıdır. “MISIR”. Evet, bir önceki yazımda altını üstünü çizerek üstünde önemle durduğum Mısır burada da karşımıza çıktı. Bugün tüm dünyada tavuk çiftliklerinin kullandığı temel yem mısırdır. Mısırın nasıl bir zehir olduğunu bir önceki yazıda anlatmıştım. Bu nedenle bu kısmı doğrudan atlayıp düz ve basit bir mantıkla sonuca doğru ilerlemeyi sürdürelim. Mısırı tavuğa yedirmekle zehiri de tavuğa taşımış oluyor muyuz? Elbette oluyoruz. Ne demişler, bana yemini söyle sana hormonunu söyleyeyim.

İşte sofralarımızdaki tavuk yediği bu yemler sayesinde biyolojik savaş silahı haline dönüştü. Bu dönüşümü de tamamlandıktan sonra sıra bu tavuğu tüketecek olan şanslılara gelir. Bu insanlarınbu gıdayı(!) yemeleri için ince bir dizayn gerekir. Bu nasıl? Olacak? Merak etmeyin kısaca değineceğiz, ama az sonra….

Tavukları kaç günde kesiyorsunuz?
Bu soruya da tüm çiftlikler birbirine çok yakın benzer cevaplar verecektir. Çiftliklerin hepsi yaklaşık olarak 40-45 günde kesime gidiyoruz diyeceklerdir. Bunda ne var diyebilirsiniz. Açıklayalım! Çiftliğe civciv halinde gelen tavuk kesime gidene kadar bir daha hiç çıkamayacağı kafesine konduğunda yaklaşık tenis topu büyüklüğündedir. Bir başka kolay benzetmeyle çocuk elinin yumruğu kadar. Kafese tenis topu büyüklüğünde giren civciv, kısacık süre sonunda o kafesten basket topu büyüklüğünde çıkacaktır. Kolay benzetmeye göre örnekleyecek olursak çocuk yumruğu büyüklüğündeki cisim karpuz büyüklüğünde çıkacaktır. Şimdi hep birlikte bu durumu sorgulayalım! Yerkürede hangi canlı, bu kadar kısa süre içinde gövdesinin onlarca katı kadar büyüyebilir ya da büyümektedir? Elbette hiçbiri.

Yaratan Allah’ın yaratılışta bir ahengi söz konusu. Temeli sabra dayanan dinimizin ana kuralı gereği hiçbir canlı bu şekilde büyümemekte. Her şeyin yaratılması, gelişimi ve ölümü makul ve mantıklı bir süreç içinde ilerliyor. Yaratan bu değişmez kuralıyla kulunun sabrını sınıyor. Yoksa elbette yaratanın dokuz ay yerine dokuz saatte anneye hasretle beklediği bebeğini teslim edecek güç var. Ama vermiyor, neden? Dedik ya İslamiyet’in temeli sabır diye..

Günü geldiğinde kesmezsek ne olur?
En kritik soru işte bu soru. Aldıkları hormonlardan dolayı tavuklar belirli bir süre sonra kesilmek zorunda. Çünkü eğer günü geldiğinde kesilmezse sürekli büyümenin getirdiği anormallikle çatlayarak ölüyorlar. Bunu ben değil, birçok çiftlik sahibi söylüyor. Bir çiftlik sahibi ile yaptığım söyleşide “Çatlayarak ölen bu tavuğu paçasından tut hastaneye götür, ölüm nedeni ile ilgili tahlil yaptır sana muhtemelen kanser diyecekler!” dediği anı asla unutmadım. Böyle bir tahlile vaktim olmadı ama denediğim takdirde bu iddianın doğru çıkacağına da kalben inanıyorum.

Eski tavuklar ile yeni tavukların farkı nedir?
Eskiden Anadolu’nun köy evlerinde çöp göremezdiniz. Çünkü evin tavukları adeta süpürge görevi görür ve evin tüm mutfak artıklarını yer, bahçede, çevrede ne bulursa etrafı tertemiz ederlerdi. Yumurtasıyla, gübresiyle İlahi bir geri dönüşüm yaşanırdı. İnsanoğluna sağladığı sayısız katkılarından dolayı da her evde kıymetli vazgeçilmez olarak muamele görürlerdi. Hatırlı bir misafir geldiğinde evin reisi misafirine verdiği değeri gösterme adına hemen bir tavuk kestirir ve yemekte ana ikram malzemesi olarak sunardı. Kesilen tavuk tencerenin üzerini koca bir yağ tabakası kaplayana ve kokusu yedi mahalleden duyulana kadar saatlerce pişirilirdi.

Şimdi gelelim bizim hormonlu günümüz çiftlik tavuklarına. Dolaptan çıkarılan çiğ tavuğu yarım saatlik bir uğraş sonunda pişirip sofralara getirilebiliyorsunuz. Yemeğe oturanlar söylenmedikçe mutfakta pişen yemeğin ne olduğunu asla anlayamaz. Çünkü o eski tencere kokuları, o eski yağlar artık kalmamıştır. Neden mi? Cevabı çok basit, bizlerin tavuk diyerek yediği tavuk değil de ondan. Tavuk niyetine yediğimiz gerçekte laboratuvar üretimi bir yaratık.
Üretim tamam, peki insanlara bu yaratık nasıl yedirilecek?

İşin en kolay yanı burası. Biyolojik silaha dönüştürdüğünüz bu yaratığı basit algı operasyonlarıyla insanoğluna öyle kolay yedirirsiniz ki siz dahi inanamazsınız. Evet, maalesef basit yöntemlerle, basit algı operasyonlarıyla bu yaratığın insanoğluna yedirilmesi sandığınızdan çok daha kolay bir olay. Biraz açalım! Hatırlar mısınız yakın bir geçmişte gazete ve televizyonlarda birden bir kampanya başladı. İstisnasız tüm gazete ve televizyonlarda, hemen hemen her medya organında “beyaz et kalbin dostu” gibi laboratuvar cümleler duymaya ve görmeye başladık.

İşte bu kampanya küresel akılın uyguladığı bir kampanyaydı ve tahmin ettiklerinden çok daha kısa sürede ve çok geniş bir tabanda karşılık buldu. Tüm Anadolu bu algı operasyonunu yedi ve moda tabirle işi “kırmızı et out, beyaz et in! “ kampanyasına dönüştürdü. İşin daha kötüsü halen çoğu çevrelerde bu kabul devam ediyor.

Oysa kırmızı ette tıpkı beyaz et gibi kalbin dostuydu ve vücudun vazgeçilmez gıdalarındandı. Özellikle koyun insanoğlu için en faydalı gıdalardan biridir. Ama maalesef tüketimi giderek azalan faydalılardan.
Unutmadan beyaz ete hindiyi de ekleyeyim. Tavuktan çok daha tehlikeli bir silaha dönüşmüş durumda. Bir arkadaşım piyasada halen var olan çok ünlü bir markaya fason hindi yetiştirmek üzere başvurdu. Firmanın mühendisleri gelip arkadaşın yerini incelediler ve iki gün sonra hindi yavrularını ve yemleri teslim etmek üzere geldiler.

Çok geniş kapalı mekânın köşesine bir avuç hindi yavrusu bırakıp gittiler. İçeri ilk girenin bile zor fark edeceği hindi yavrularını kast ederek “hepsi bu mu” diye sorduğumda mühendis bana döndü ve gülerek “Biz dört ay sonra kesime gideriz, son hafta gel bak bakalım burada dönecek yer bulabiliyor musun!” dedi. Gerçekten dediği gibi de oldu. Dördüncü ayda kapalı mekânda içeri giremezdiniz!

Yazı uzadı farkındayım. O nedenle arife tarif gerekmez atasözünden hareketle sonuca ve saadete geliyorum. Şu an kanser ve kısırlık inanılmaz boyutlarda. Kanserli hastalara hastaneler artık gün vermeye başladılar, çünkü mevcutlar ihtiyacı karşılamaya yetmiyor. Çocuğu olmayan çiftlerimize duyarlı doktorlarımızın ilk sorduğu soru şu olmaya başladı. “Tavuk yiyor muyuz?” Çiftlerden gelen cevap evetse hemen karşı atak doktordan geliyor; “Hemen kesiyorsunuz! Artık tavuk yasak!” Bu bilincin oluşmaya başlaması gelecek adına, ülkemiz adına son derece umut verici.

Ben yaklaşık yirmi yıl önce Mehmetçiklere ve ailelere bu bilgileri verdiğimde final cümlem hep şu olmuştu. “Bu bilgilerden önce herkes kuş gibiydi, omuzlarda yük yoktu. Ancak artık öğrendiniz ve omuzlara vebal yüklendi. Bu bilgileri köyünüzle, kentinizle, ailenizle çevrenizle paylaşmazsanız vebalin altında ezilirsiniz. Bu nedenle vebali devrediyorum bol bol anlatın, gelin bu oyunu bozalım bol bol üreyin, yaratan rızkını verir!” Bu vebali şimdi okur olarak sizlere veriyorum, bol bol anlatın, bilgiyi paylaşın. Bu vebali bir içimizde sindirelim, bir sonraki yazı sezaryen doğum..
 

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Coşkun BAŞBUĞ

NASIL KISIRLAŞTIRILIYORUZ?

Okuduğunuz Yazı
NASIL KISIRLAŞTIRILIYORUZ?

İçerik

Hatırlayacağınız gibi bir önceki yazımızda Türk Milletinin bilinçli olarak kısırlaştırıldığı konusunu işlemiştik. Oynanan oyunu kısaca özetlemiş ve sonuçta ciddi bir nüfus daralması yaşadığımızı anlatmıştım. Siz değerli okurların tepkilerinden bu konuda milletimizde çok ciddi bir bilincin oluştuğunu gördüm. Bu bilinç beni inanamayacağınız kadar mutlu etti. Bu mutluluğun verdiği keyifle şimdi de nasıl kısırlaştırıldığımızı mercek altına alarak konumuza devam edelim.

Evet, yaptığım acı bir tespitti ama maalesef aynı zamanda doğru bir tespitti. Kısırlaştırıldık ve halen de kısırlaştırılmaya devam ediyoruz. Esasında bu durumu anlayabilmek için bu yazıyı okumaya veya âlim olmaya da gerek yok. Bulunduğunuz çevrenizi bu gözle gözlemler, yaşananları az biraz bu mantıkla sorgularsanız söz konusu iddianın doğru olduğunu gösteren onlarca örnek bulabilirsiniz. Eskiden sokaklarında, caddelerinde çocuk seslerinin göklere yükseldiği bir Anadolu vardı. Her köşede kahkahalarla koşuşan küçükleri görür, caddeye kaçan topunu kovalayanları, sokak aralarında seksek oynayanları keyifle seyrederdik.

Oysa şimdi…!! Caddelere şöyle bir bakın, kaç bayanın elinde çocuk var, kaç büyükanne torununu parka çıkarmış? Bu sayının yok denecek kadar az olduğunu rahatlıkla görebilirsiniz. Yakın zamana kadar caddelerde, sokaklarda bebek gezdiren kadınlarımızdan geçilmezdi ama maalesef bu durum giderek seyrekleşti. Bebek gezdiren kadınlarımızın yerini köpek gezdiren kadınlarımız aldı. Bu tespitler ağır ama bir o kadar da doğru tespitler.

Yeni evli gençlerimizin ciddi bir çoğunluğu, çok istemelerine rağmen maalesef çocuk sahibi olamıyorlar. Sorduğunuzda neredeyse tamamı mahcup bir kızarmayla “Henüz çocuk sahibi olmayı düşünmüyoruz! Daha zamanı var!” gibi kendilerinin de inanmadığı, günü kurtaran kaçamak cevaplar veriyorlar. Çünkü bu konudaki sorunu, Anadolu gelenek ve göreneği gereği önemli bir eksiklik, toplum tarafından ayıplanmış bir durum olarak algılıyorlar. Tüm bunlardan daha da kötüsü; gençlerimizin büyük çoğunluğu, yaşadıkları bu rahatsızlığın kendilerinden kaynaklanmadığının farkında bile değiller. Oysa asıl sorun bu pırıl pırıl gençlerimizin karanlık güçler tarafından henüz çocuk yaştayken zehirlenmeye başlamaları.

Şimdi gelelim burada sorulması gereken asıl kritik soruya. Soru şu! Peki, iyi güzel de sözü edilen gençler, milyonlarca insan bir avuç insanlık düşmanı alçak tarafından nasıl kısırlaştırılıyor? Aslında bu sorunun cevabı o kadar basit ki, eminim okuduğunuzda sizlerde hak vereceksiniz. Evet, milyonlarca insan aynı anda kısırlaştırılıyor ve bu imkânsız gibi görünen işi bir avuç alçak tek başına ve tek bir yolla beceriyor. “GIDALARLA”

Üzerine oynanan oyunların hiç bitmediği Anadolu insanı farkında olmadan planlı bir şekilde kısırlaştırılıyor ve bu kansız soykırımda ana silah olarak gıdalar kullanılıyor. Şimdi akıllara gelecek sıradaki soru bu gıdaların neler olduğudur. Sözü fazla uzatmadan hemen merakınızı gidereyim. İnsanı kısırlaştıran ve daha da kötüsü başta kanser olmak üzere her türlü ölümcül hastalığı bedenlere taşıyan en etkili ve en tehlikeli sözde gıda maddesi tartışmasız MISIR’dır. Sözde diye özellikle vurguluyorum çünkü mısır diye yediğimiz şey asla gıda değil, bana göre yediğimiz tamamen gıda süsü verilmiş GDO.

Küresel aklın kirli ve kanlı laboratuvarlarında üretilmiş olan bu virüsleri insan bedenine en iyi taşıyan gıda maddesinin mısır olduğunu unutmamak üzere bir kenara not edelim ve devam edelim. Hangi şekle girerse girsin özüne yerleşen virüsü olduğu gibi koruyabilen mısır maalesef birçok gıda maddesinin de özünü teşkil etmekte. Bu şekilde özü mısır olan; farklı isim, farklı cins ve farklı modellerde üretilerek ambalajlanan onlarca gıda maddesi var. Üretim safhasından sonra sıra, işte bu gıda maddelerinin hedef topluluğa, hedef kitlelere yedirilme işlemine gelmiştir. Bu safha işin en kolay tarafıdır. İşte çok basit iki örnek..

Günümüzde birçoğumuz için vazgeçilmeze dönüşen AVM’lerde süslü püslü arabalar peydahlandı. Davetkâr bir kokuyla bu arabaların içinde satılan şey masal kahramanımız mısırdan başkası değil. Bardakta satılan bu GDO’nun yol açtıklarını yukarıda anlattım.

Tekrarlamaya gerek yok. Bu olayda beni esas kahreden şey bu kadar yazılmasına ve anlatılmasına rağmen milletimizin bu zehiri hem de üstüne para vererek evladına yedirmesi. Elin oğlu bizim paramızla bizi vuruyor, bu da benim çok gücüme gidiyor.
Sizlere bahsettiğim bardaktaki mısır ölümcül mısırlardan sadece biri. Ya diğerleri? Lokantalarda, evlerde salataların üzerine döktüğümüz mısırlar, mısırdan türeyen her türlü cicili bicili gıda(!) maddeleri kesinlikle hepsi bu kategorinin içindeler. Elimize aldığımız zaman dibini görene kadar yediğimiz cipsler, ambalajın içindekiler bölümünde mısır yazan bütün gıdalar, her şey ama her şey..

Tüm bu saydıklarımdan daha tehlikeli olan gıda maddesi ise…………..

Gelin bu gıdanın kimliğini de üçüncü bölümde açıklayalım.… Hele buraya kadar olanı iyice bir anlayalım, bu bölümü iyice bir sindirelim, devam etmesi kolay…. Üçüncüsünde görüşmek üzere….
 

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
Coşkun BAŞBUĞ
Bunlarıda İnceleyin