Şimdi değilse ne zaman?
Türkiye son yıllarda, tarihinin en kapsamlı ve en kompleks dış tehditlerine karşı koymaya çalışıyor.
Suriye’nin kuzeyinde, ABD gücüyle oluşturulmaya çalışılan “terör devleti” sadece güvenliğimizi yok etmekle kalmayacak; Türkiye’yi Ortadoğu’dan ve İslam coğrafyasından tamamen tecrid edecek. Kuzey Irak’ta, önceki gün bir kere daha canımızı acıtan terör tehdidi bir kenara, Doğu Akdeniz’de, sadece ekonomik çıkarlarımıza değil, istiklâlimize yönelik bir “Haçlı Seferi” tezgahlanıyor.
Ama bence, bütün bunlardan çok daha büyük bir tehdidi içeride yaşıyoruz.
Çünkü geçmişteki dış tehditleri hatta işgalleri aşmamızı sağlayan en büyük sermayemiz olan millî bütünlüğümüzü kaybetmiş durumdayız.
İstikbalimiz açısından asıl endişelenmemiz gereken tehdit budur.
***
Hiçbir şeyimizin olmadığı bir dönemde, yedi düvel işgalciyi Anadolu’dan söküp attık.
Çünkü hiçbir şeyimiz yoktu ama en önemli güç kaynağımız olan “birlik ve beraberliğimiz” vardı.
Peki bugünkü tehditler, geçmişteki yedi düvel işgalinden farklı mı?
Bence savunması çok daha zor bir kuşatma ile karşı karşıyayız. Bugün sınırları korumak hem daha zor hem de yetersiz kalıyor. ABD Başkanı Trump’ın, geçen Ağustos ayında dünyanın öbür ucundan yaptığı ekonomik saldırıyı hâlâ bertaraf etmeye çalışıyoruz.
Bugünlerde yine, “yaptırımlar” diye ambalajlanan yeni saldırıların tedirginliğini yaşıyoruz.
Tedbir almayalım mı?
Peki niçin?..
Amerika’nın, bir terör örgütüne binlerce tır silah verdiği, Avrupa’nın Doğu Akdeniz’de, Haçlı ruhu ile saldırdığı ve şımartılmış terörist İsrail’in, üretim ortağı olduğumuz halde bizden gasp edilen F-35’lerle, burnumuzun dibindeki Halep’i vurduğu bir dönemde biz, “Milletimizin güvenliği için hava savunmamızı tesis etmek zorundayız” dediğimiz için…
Bunu da bütün ısrarımıza rağmen ABD vermeyince başka yerden temin ettiğimiz için.
Çok basit ama temel bir soru: Buraya kadar yanlış bir şey var mı? Yani dünyanın tepindiği bir yerde hava sahamızı yolgeçen hanı olarak mı bıraksaydık?
Buna Türkiye’de yaşayan hiç kimse “Evet” diyemez.
Ama ne gariptir ki bu ve benzer konularda birlik ve beraberlik sergileyemiyoruz.
Bu mikrobu FETÖ bulaştırdı
17/25 kumpasından sonuç alamayan ama bütün çıplaklığıyla ifşa olan FETÖ’nün, hemen sonrasında yapılan 30 Mart 2014 Mahalli Seçimlerinde canhıraş bir gayretle tezgahladığı, “Bütün farklılıkları bir kenara bırakıp ‘Erdoğan Karşıtlığı’ üzerinde birleşme” hastalığı, maalesef; kötü huylu bir kanser gibi sonraki her seçimde biraz daha yayıldı. Cumhurbaşkanlığı Yönetim Sistemi’nin getirdiği 50+1 zorunluluğuyla birlikte ise adeta kurumsallaştı.
Artık, 15 Temmuz gibi bir açık işgal karşısında ve bu ihanetin mimarı olan FETÖ ile mücadelede bile ortak duruş sergileyemiyoruz.
***
Bu “ucuz siyaset” tarzına son verilmelidir.
Ulusal çıkarlarımızı etkileyen gelişmeler karşısında, milletin; sağduyusuyla ortaya koyduğu duruşu, çok daha duyarlı olması gereken siyasetçi, gazeteci ve diğer kanaat önderleri de göstermelidir.
Özellikle bu dönemde, bütün Türkiye düşmanlarını peşine takan ABD’nin, “Kapını benim için açık bırakacaksın” anlamına gelen S-400 dayatması karşısında ortaya koyacağımız ulusal bütünlük, FETÖ’nün yok ettiği bu yeteneğimizi, yeniden kazanmak için bir “fırsat” olabilir.