Susmayan vicdanlar yollara düşüyor
Devletlerin, uygarlıkların, medeniyetlerin ahlaki anlayışı, etik felsefesi, adalet zihniyeti savaş koşullarında test edilir.
Bir devlet gerçek bir medeniyetin nüvelerini taşıyorsa savaş koşullarında insani hassasiyetleri muhafaza etmek için azami çaba sarf eder. Tıpkı bizim Cerablus’ta, Afrin’de yaptığımız gibi…
Hira Dağı’nın çocuklarının savaş yapma nedeni, tarzı-tutumu, ilkesi çok nettir. Biz insanları öldürmek için değil yaşatmak için, refah ve huzuru götürmek için var oluruz.
Olimpos Dağı’nın çocukları ise çıkar-menfaat odaklı yola çıkarlar ve hedefe ulaşmak için hiçbir ilke gözetmezler. ABD’nin Irak’ta, Rakka’da yaptığı gibi terörist-sivil ayrımı gözetmeksizin gökten insanların tepesine ateş indirmekte bir beis görmezler.
Bir de bu anlayışla paralel hareket eden terör devletleri ve terör örgütleri var. Maalesef ki sınırımıza yakın coğrafyada bolca mevcutlar. Terör devleti olarak; İsrail ve Suriye rejim güçlerini sayabiliriz. Terör örgütlerini ise PKK ve türevleri olarak özetleyebiliriz. Bunları ABD ile aynı potada eriten özellik savaş suçları konusunda sınır tanımamalarıdır.
Kitlesel katliamlardan kimyasal silah kullanımına, işkence-tecavüz suçlarından tehcir uygulamalarına pek çok suçun ortak öznelerinden bahsediyoruz.
Savaş suçlarının dip boyutunda yaşandığı Suriye’de kadınlar ve çocuklar acaba ne yapıyorlar? Neye maruz kalıyorlar?
7 yıldır bu soruyu neden toplumun gündemine getirmedik? Zihin ve ruh sağlığımızı sarsacak veya zihin konforumuzu bozacak bir soru ama sormalıyız.
Suriye’de kadın ve çocuk istismarının boyutları çok problemli.
Suriye’de kadınlar, BM ve diğer uluslararası yardım kuruluşları adına kapısını çalan kişiler tarafından cinsel istismara maruz kalıyor. Bu iğrenç kişiler mazlumlara yemek vermeden önce tecavüze zorluyorlar.
Suriye rejim güçleri de bu STK’lar kadar ahlaksız ve ilkesizler. Esed tecavüz ve işkenceyi bir savaş silahı olarak kullanıyor. Suriye insan hakları kuruluşlarının son verilerine göre tutuklanan kadın sayısı, Mart 2011’den 2017 sonuna kadar 13.581’dir. Mart 2011’den bu yana Suriye rejim güçleri tarafından tutulan ve halen hapishanelerde olan kadın sayısı 6736’dır. Suriyeli mülteci kadınların anlattıkları ve resmi kayıtlara geçen söylemlere bakıldığında hapishanelerdeki işkence ve tecavüzün boyutlarını anlatmak mümkün değil.
Bu kadınların çığlığına kimse ses vermiyor.
Kadın meselesinin savunucuları nerede?
Uluslararası sivil toplum çalışmalarında Suriyeli kadınlar özelinde şimdiye kadar bir çalışma görmedim. Bu kadınlar neden görmezden geliniyor?
Suriyeli mültecilere Müslüman olmaları nedeniyle kapılarını kapattıklarını söyleyenler, acılar üzerinden de bir kimlik ayrıştırması mı yapıyor acaba?
Batı bu durumda, ya Türkiye? Türkiye’deki Feminist akımlar da bu konuya şimdiye kadar duyarsız kaldılar. Tıpkı başörtüsü yasağı söz konusu olduğunda genç kızlara getirilen eğitim engelini görmezden geldikleri gibi Suriye’deki kadın sorunlarına da kulaklarını tıkıyorlar.
Suriyeli kadınlar, Batı için “Müslüman kadın”, bizdeki bir kısım kitle için ise “Suriyeli” olarak etiketlendiğinden acılarını şimdiye kadar ne yazık ki dünya kamuoyunun gündemine getiremediler. Fakat Suriyeli kadınlar artık yalnız değil. İnsani yardımı etik ilkeler kapsamında uygulamaya koyan, insanları kategorize etmeyen kadınlar bu iş için “Ben de varım” dediler.
İHAK ve İHH öncülüğünde 450 STK, 55 ülkenin katılımıyla “Vicdan Konvoyu”nu harekete geçirdiler. 8 Mart’ta sınıra varacak bu konvoy Kadınlar Günü’nde önemli bir aksiyon ortaya koymuş olacaklar. Suriyeli kadının çığlığına ses verecek olan bu kadınlar, dünyaya bu zulmü haykırmak için 6 Mart’ta İstanbul’dan yola çıkacak, Suriye sınırına kadar gidecek, ellerindeki yazmaları Suriyeli kadınların boyunlarına asacak ve bu zulmün artık bitmesi için çağrı yapacaklar.
Vicdan Konvoyu’nun yolu açık olsun. Yüreğimiz sizinle.