Tarihin akışını tersine çeviren lider

Okuduğunuz Yazı
Tarihin akışını tersine çeviren lider

İçerik

Ülkemizin solcularının ve Batı’nın gönüllü kölelerinin Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan hakkında kalem oynatma konusunda derin bir kompleksleri vardır. Zira Batı’nın çıkarlarına hizmet etmeyen her bir siyasetçi onlar için uzak durulması gereken bir aktördür.

Müstemleke aydınlarının “Erdoğan kompleksi” bir dereceye kadar anlaşılır bir durumdur. Daha ilginç olan kendi millî kimliğinden uzak, siyaseten içeriksiz Batı yanlısı aydınların etkisinde kalan muhafazakâr akademisyenlerin de benzer bir kompleksi taşımalarıdır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın dünya siyaseti üzerindeki etkisi en açık şekilde yurtdışından gözlemlenmektedir. Bu açıdan Türkiye dışındaki akademik çevrelerin Cumhurbaşkanı Erdoğan hakkındaki değerlendirmeleri çoğu zaman içerideki değerlendirmelerden çok daha sağlıklıdır. Türkiye’deki son Cumhurbaşkanlığı seçimi, başta Müslüman ülkeler olmak kaydıyla tüm dünyada ABD seçimlerinden dahi daha çok heyecan oluşturmuştu. Bu açıdan dünyanın bütün mazlumlarının Cumhurbaşkanı Erdoğan liderliğindeki Türkiye’den beklentileri akademik çalışmalarla irdelenmeyi hak etmektedir.

“Batının İsrail’e borcu vardır, biz Müslümanların böyle bir borcu yoktur.” Bugün dünyamız Yahudi-Evanjelist bir din terörü ile karşı karşıyadır. İsrail-Filistin Savaşı’nda bu dinî ideoloji bütün çıplaklığı ile ortaya çıkmıştır. Her ne kadar DEAŞ, CIA üretimi bir terör örgütü olsa da Batı’nın iki dinî grubunun kendi dışlarındaki din mensuplarıyla, özellikle Müslümanlarla ilgili teolojik nefretleri ancak DEAŞ’a benzerlikleriyle tarif edilebilir.
Batının Yahudilere borcu nedir? Yahudilerin ilk sürgünü Babil sürgünü ile başladı. Yahudiler, Hristiyan şehirlerinde yaşamaya başladıklarında derhal en ağır türden ayrımcılıklara maruz kaldılar. Özellikle Orta Çağda Hristiyan dünyasının tamamında bütün kötülüklerin, bütün mikropların, vebanın, yani maddi veya manevi bütün kötülüklerin Yahudilerden kaynaklandığına inanılırdı. Nitekim Hristiyanlar için Müslümanlar putperest iken Yahudiler de kendi peygamberlerini öldüren dinin mensuplarıdır.

Yahudiler Roma, İngiltere, Fransa, sonrasında İspanya sürgünlerini yaşadılar. İspanya’dan sürülen Sefarad Yahudilerini Osmanlı Devleti kendi topraklarına kabul etti. Geçtiğimiz yıllarda Türkiye’de yaşayan Yahudiler, atalarının Osmanlı Devleti’ne kabul edilişlerinin 500’üncü yıl dönümünde bir vakıf kurup bu tarihsel süreci kutladılar.

Müslümanlar için hem Hristiyanlar hem de Yahudiler ilahî din mensubu olarak kabul edildiler ve Müslüman kentlerinde kendi hukuklarına göre yaşama şansı elde ettiler. Orta Çağ’da Batı şehirleri içe kapalı, karanlık şehirler iken İslam şehirleri mamur ve kalabalıktır.

Batı şehirlerinde Yahudiler dışlanmış, kıyıma uğramış, gettolara kapatılmış ve yarı hayvan, yarı köle muamelesi görmüştür. Bu açıdan Nazilerin gerçekleştirdiği Yahudi soykırımı, Yahudi nefretinin Avrupa’daki başlangıcı değil yüzyıllardır süren bir baskı sürecinin doruğudur. Hristiyanların bu hesabı henüz kapanmamıştır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Batı’nın borcu” olarak ifade ettiği şey Yahudilere karşı Avrupa’da yüzyıllarıdır gerçekleştirilen zulümlerdir. Batılı devletlerin İsrail karşısındaki korkaklıklarının arkasında Yahudilere karşı işledikleri cürümlerin yarattığı bir utanç vardır.

“Hamas kendi topraklarını savunan vatanperver mücahitlerdir.” İki yüzyıldır Batı medeniyetinin söylemsel bir yıkıcılığı söz konusuydu. Bir kişi, grup veya bir devlet söylemsel olarak sarmala alınca artık o kişinin, o grubun, o devletin yaşama hakkı kalmıyordu.

PKK’ya terörü örgütü demeyen, FETÖ’ye terör örgütü demeyen Batılı siyasetçiler, kendi hesabına çalışan diktatörlere demokrat derken bütün siyasi ömrü sivil siyasetle ve seçimlerle geçmiş Cumhurbaşkanı Erdoğan’a diktatör deme arsızlığını gösterebiliyorlar.

Dünyanın bütün siyasileri Batı’nın bu söylemsel tahakkümünün esareti altında iken Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batı’nın bu tahakkümüne başarılı bir şekilde meydan okuyan ilk ve tek siyasi liderdir.

Özellikle son on yıldır Cumhurbaşkanı Erdoğan, Batılı devletlerin oluşturduğu yıkıcı paradigmayı karşı hamlelerle sarsmaya başladı. Kendisinin Birleşmiş Milletler’de “Dünya beşten büyüktür!” şeklindeki çıkışından sonra Batılı devletlerin İsrail-Filistin Savaşı’ndaki iki yüzlüğüne karşı en sert şekilde tepki koydu. Batılı güçler, binlerce sivili katleden İsrail’i arkalayıp onların kendilerini savunma haklarını öne çıkarırken kendi öz topraklarını ve Mescid-i Aksa’yı savunan Hamas’ı terör örgütü olarak ilan ettiler. Bu söylemsel hegemonyayı kabul etmeyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, cesur bir şekilde karşı duruş sergilemiş, İslam dünyasındaki Batı yanlısı devletleri sokağın nabzına çekme işlevini yerine getirmiştir. Elbette İsrail’den Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın çıkışına tepki gelmekte gecikmedi, çünkü bu çıkışın nereye varacağını iyi biliyorlar.

Türkiye, bütün bu olumsuz şartlar içerisinde ve İsrail-Filistin Savaşı’ndaki tarafı belli olduğu hâlde Ukrayna-Rusya Savaşı’nda olduğu gibi hâlen İslam ve Batı ülkeleri ile konuşan, diplomatik süreçleri yöneten aracı ve yapıcı pozisyonunu muhafaza ediyor. BM’nin etkisinin ortadan kalktığı bir dünyada bu aracı rol büyük bir kıymeti haiz iken Türkiye’nin Batı’nın ikiyüzlü söylemlerini tekrarlamaktan ziyade hakkın ve hukukun yanında durması devam eden katliam boyunca sessiz kalmayı tercih eden Arap devletlerine ders veriyor.

Yazı Hakkında ki Düşünceniz?
Çok Beğendim
0%
Beğendim
0%
Orta Karar
0%
Sevmedim
0%
Hiç İyi Değil
0%
Yazar Hakkında
İhsan Aktaş